Kahramanın gölgesinde yaşayan karakterlerin sivrilmesi kolay değildir. Günün sonunda (çoğu kez) kazananın önceden belli olması, kahramanın zaferinin büyüklüğünü taçlandıracak bir katalizör etkisi haline getirir diğer karakterleri. Haliyle, ulu çınarın(!) gölgesinde karizma kavramı dahi bir yere kadar var olabiliyor. Bu esaretten kopartılmanın tek çıkış yolu birlikteliği sonlandırmak ve kahraman tahtına göz koymak. Zira öncesiyle ve sonrasıyla bir karaktere tam manasıyla hakim olabilmek için de zaruri bir durum. Gotham şehrinin distopik atmosferinde iyinin en somut varlığı olan Batman ile kötünün rakipsiz silüeti olan Joker’e geçmişten bugüne farklı temsillerle tanıklık etti sinema izleyicisi. Eğlenceli bir dil de var oldu, saf kötülükle örülü bir distopik kaos da. Fakat Joker’e özgü bir alem tam manasıyla sunulmadı dünden bugüne. Todd Philips yönetimindeki Joker filmi, Gotham şehrinin çürümesi genelinde, Joker’in gerçek kişiliğini bulma özelinde karmaşanın kıvılcımlarına çeviriyor varını yoğunu.
Arthut Fleck (namıdiğer Joker), günden güne uçuruma yuvarlanan bir toplumda kendince hayalleri olan masum bir kişilik. Şiddete de meyli yok, haksız kazanca da. Tek hayali bir komedyen olmak. Fakat travmatik geçmişinden gelen psikolojik ve fizyolojik problemleri her an bir duvar gibi karşısına çıkmakta. Yalnızlığını kendi içinde yaşamaya devam ettikçe toplumun kibir abidelerinin eğlence mezesi haline geliyor anbean. Adaletsizliğin, içi boş idealizm söylemleri eşliğinde hızla yayıldığı bir ortamda merhametin yerini zulüm, empatinin yerini tahakküm alıyor. Aslında büyük bir drama tanıklık ediyor izleyici. O alışılageldik sömürü temalı arabesk filmlerinin ağdalı dilinden çok daha tesirli bir gerçeklik eşliğinde. Amacı sadece var olmak olan bir bireyin yok etmeye odaklı bir kitlesel silaha dönüşümünde ne bir abartı, ne de bir zayıflık var. Adalete duyulan özlemin, umutsuzluğa dayalı bir şiddete evrilmesi acıklı bir hikayenin kapısını aralıyor.
Metroda işlediği cinayetlerin toplumun dışlanan kesimlerinde bulduğu destek Arthur için hayat boyu elde edemediği aidiyet duygusunu da beraberinde getiriyor. Fakat kısa sürede muazzam bir bencilliğe doğru yuvarlanarak hareket ediyor. Filmdeki iyi veya kötü durumlar temsil bakımından muazzam bir somutlaştırma ile aktarılıyor izleyiciye. Temsillerin şahsında yaşanan kavram çatışmaları, bir bütün olarak Batman ve Joker’in geçmişten bugüne aldıkları pozisyonlara da anlam katıyor. Sosyal yaşamda sahte maskelere bürünen sayısız insanın aksine, tam da kişilik ile örtüşen gerçek bir maskeye bürünen Arthur için Joker olmak kendi hayat tecrübesi içerisinde hislerden arınmış bir sonucun ta kendisi.
Ürkütücü bir gerçeklikle ilerleyen filmin finalinde Joker’e tam geçiş ile birlikte bir nevi devam filminin de habercisi sayılabilecek bir kısa süreli ciddiyetsizlik, kapanıştaki vuruculuğu olumsuz yönde etkiliyor. Ayrıca, komşusu ile yaşadığı ilişkinin gerçek yüzüne yapılan atıflar hikayeyi güçlendirmekten ziyade klişe hamleler olarak yansıyor. Yönetmen Todd Philips’in komedi geçmişinden tamamen sıyrılmış bir üslup ile şiddeti yüksek seviyelere çıkartması, anlatım gücü ile birlikte dramatik kurguyu da yukarılara taşıyor. Joker’e hayat veren Joaquin Phoenix’in anlık mimikleri ve yüksek kabiliyete dayanan temsil gücü filme çok şey katıyor. Heath Ledger’in Nolan versiyonunda sunduğu üstün performansın tahtını fazlaca sallıyor. Kurgunun karanlığa yönelmesi, filmin distopik atmosferi için kısmen kaçınılmaz olsa da, psikolojik travmayı da temsil ediyor olması bakımından özel olarak vurgulanması gereken bir tercih. Robert De Niro’nun bir filmde var olması dahi teşekkürü izleyicinin borç hanesine yazdırıyor.
Masumiyetin büyük bir çılgınlığa dönüşümünü anlatan Joker, bünyesindeki kısmi zaafları da hesaba katarsak bir bütün olarak ele alındığında başyapıt makamına (ne yazık ki) erişemiyor. Ama bütünün içerisindeki bileşenler tek tek değerlendirildiğinde ayrı ayrı dallarda başyapıt olacak bir film. Yazıya başlık olan Murat Menteş dizeleri ise filmin en kısa özeti.