İnsanın doğa ile mücadelesi sayısız filmde kendisine yer bulmuş, kimi zaman salt gerçeklik örgüsü ile baştan sona izleyiciyi de içine çekmiş, kimi zaman ise ana öykünün yanında kısa süreli adrenalin artırıcı bir araç olarak tali unsur şeklinde görev almıştır. O tarifsiz aleme karşı girişilen mücadeleler mutlu sonla veya elem verici bir akıbetle nihayete erse de, dengeler şaştığında her iki taraf için iç açıcı bir ortamın oluştuğu söylenemez. Günümüz dünyasında küresel ısınmadan su savaşlarına, yeraltı zenginliklerinden toprak verimliliğine kadar sayısız teori üretiliyor olması da doğanın nimetleri ve külfetleri arasındaki hassas değişimlerin önemini sergiliyor. Tüm bu olup bitenlere karşı beyazperdede farkındalık oluşturabilecek türden bir yapım olan “Arctic”, ne bir felaket senaryosu ne de bahar müjdecisi bir film. Doğa ile baş başa kalan insanın daha rahat hareket kabiliyetine sahip olduğu olağan ortamına dönme mücadelesini konu alan filmde Overgard (Mads Mikkelsen), bir uçak kazası ile kutuplarda mahsur kalmış ve geri dönüş çareleri arayan bir karakterdir. Aslında filmin esas ve tek karakteri de denilebilir.
Uzun metrajla ilk kez buluşan yönetmen Joe Penna, ürkütücü bir girişle birlikte ana akıştaki odak noktasını sarsacak karakter bölünmelerini yaşatmadan ve baştan sona gerginlik dolu bir müzik eşliğinde izleyiciyi ilk dakikalardan koltuğuna çivilemeyi başarıyor. Beyaz örtülü tekinsiz bir ortamda eldeki kısıtlı imkanlarla var olma mücadelesi veren Overgard’ın öncesini ya da sonrasını göstermeden anlık fotoğrafını çeken filmde sonsuz bir boşluk duygusu, her daim var olan umut ışıkları ile serpiştirilmiş. Vazgeçmek veya kabullenmek, razı olunabilecek durumlar değil.
Overgard’ın içinde bulunduğu distopik ortam içerisindeki psikolojik analizi de vicdan kavramından ari tutulmadan yapılmış. Her ne kadar kendi kontrolü dışında gelişen bir başka felaket, kendisi için kısa vadede de olsa ilave yaşam desteği sunsa da asla yalın bir egoizm duygusuna teslim olmuyor. Haliyle, hayatta kalma dürtüsünü besleyecek eylemler, cinnet haline bürünmemek için gösterdiği çaba ile birlikte, iyi ve kötü olanlar şeklinde sıkı bir elekten geçiyor. Statik bir seyir yerine anbean zorlu koşulların içerisinde yer alması, sert iklimin tahrip edici yüzünü görmek adına geniş bir hareket alanı doğuruyor. İrili ufaklı detaylarla zenginleştirilen ambians, başarılı bir görüntü ve sanat yönetimi ile taçlandığı için oyuncu Mads Mikkelsen’in yüksek performansına uyum içinde eşlik eden enstrümanlar diri kalmış. Ağırlıklı olarak sosyal medyadaki işleri ile sesini duyuran Brezilyalı yönetmen Joe Penna, uzun metraj film alemine çıtayı yüksek tutarak giriş yapıyor. Geçişler arasındaki dengeyi tempo kaybına uğratmadan sağlaması, oluşturduğu etki gücünün en önemli bileşenlerinden.
Son yıllarda tür filmlerinin, genel olarak ilgililerine hitap edebilecek çapta olmaları herkesi kendi beğenilerinin sınırları içinde tutmuş olsa da Arctic, adrenalin tutkusuna sahip sayısız tür meraklısı izleyiciyi rahatlıkla tatmin edebilecek ölçekte bir yapım. Kapımızı çalan bahar günleri yerine kış ortamında vizyona girmiş olsaydı beyazperde ve reel dünya arasındaki izleyici için daha yüksek bir aidiyet duygusunun oluşacağı ise neredeyse kesin.