Beyaz Melek’ten bu yana, yönetmen, senarist, yapımcı ve oyuncu yönüyle kamuoyunun gündemine giren Mahsun Kırmızıgül, müzisyen kimliğini (en azından şimdilik) askıya almış durumda. Beyazperdede hatrı sayılır bir izleyici kitlesine ulaşmasıyla birlikte bu kimliği uzun bir süre daha beklemede kalacak gibi.
Filmlerinde genel olarak kendi bölgesinde yaşanan zorlukları ve ayakta kalabilme mücadelesini yansıtmaya çalışsa da, hikâye çeşitliliğinden ötürü neredeyse tüm skalalara kıyısından köşesinden de olsa dokunabiliyor. Fakat izleyici kitlesindeki sadakati bir kenara koyarsak, filmlerindeki teknik başarı ve yıldız oyuncu kadrosuna karşın, müzik dozajının baskın ruhu, sinema dilini sekteye uğratıyor. Tıpkı Mucize filminde olduğu gibi.
Mahsun Kırmızıgül sinemasının salt insan hikâyelerinden, memleket meselelerine doğru evrildiği bilinen bir durum. Her ne kadar New York’ta Beş Minare filmi, sinema portföyü içinde biraz sırıtıyor olsa da, ilk filmlerindeki tadı rahatlıkla bulabileceğiniz bir film Mucize. Bununla birlikte olumlu gidişatı gözlemlemekte mümkün. Zira, duygu yüklü filmlerini sadece müziğin o ajite edici kullanım biçimlerine dayandırmaktan ziyade, yer yer komedi unsurlarına başvurmaktan kaçınmıyor. Ege şiveli idealist muallim (Talat Bulut), emekliliğine az bir süre kala Şark hizmetine gider. Tasvir edilen Ege şehri, bolluğun bereketin olduğu ve mutlu insanlarla dolu. Bu tozpembe tablonun hemen ardından, muallimin görev yeri perdeye geldikçe, büyük bir yokluğun ve unutulmuşluğun izdüşümünü görmeye başlıyoruz.
Konu 27 Mayıs sürecinde geçiyor olsa da, yokluğun kökenine doğrudan oturtulmuyor. Her ne kadar, görev yaptığı dağ köyünde okul olmaması için resmi girişimlerde bulunmuş olsa da, doğrudan dönemin şartlarıyla ilgili bir durum değil. Ortada kronik bir problem var. Bu yokluğa birde fiziksel engelli Aziz dahil edildiğinde, mucizeler yumağını izlemek için tüm parçalar birleşmiş oluyor.
Bölgedeki geleneklere yapılan atıflar üzerinde biraz durmak gerek. Kız isteme esnasında ne çıkarsa bahtına misali, annelerine umutsuz taleplerde bulunan damat adaylarının hali içler acısı. Hepsi bir hayal kırıklığı ile baş başa kalıyor. Fakat zamanla, mutlu olmanın tadına varmaktan da geri kalmıyorlar. Zaten bu anlar, bir mizah dili ile aktarılmış. Belki de çaresizliğe gülüp geçmenin yollarını açıklıyor yönetmen. Aynı şekilde, gelin adaylarının da damat adaylarını bir takım yüzeysel bilgilerle hayal etmeye çalışmaları, iki tarafında esasen birbirinden farklı durumda olmadıklarını sergiliyor.
Ailenin fiziksel engelli üyesi Aziz, mucizeler zincirinin en büyük halkası. Kendi haline bırakılan Aziz’in, muallimin gelişiyle birlikte hayatında baş gösteren inişli çıkışlı olaylar, hem bir umut ışığı hem de dramın bin bir türlü örneği olarak betimleniyor. 60’ların bir Doğu köyünde, sadece atı ile iletişim kurabilen Aziz’in, çocukların eğlencesi olmaktan çıkıp (Aziz’in çocukların itip kakmasına karşı ailenin kayıtsız kalması bir çelişki), finaldeki mucizevi görünüme büründüğü ana kadar yaşadığı süreç, (müzik etkisinden ari olarak) etkileyici. Tabi bu başarıda, Mert Turak’ın büyüleyici performansının payı büyük.
Filmde, muallimin eşkıya zannettiği atlılar, havada kalıyor. Ağaların baskısı ile dağa çıkan Cemil’in durumu özetleniyor olsa da, genel kalabalığın varlığı konusunda doyurucu bir bilgi yok. Üstelik muhtar tarafından övgüye mazhar olmaları da, varlıkları hakkındaki merak duygusunu bir hayli arttırıyor.
Görüntü yönetiminde tercih edilen parlak kadrajlar bağımsız olarak değerlendirildiğinde başarılı bir teknik yönetime sahip olsa da, yokluğun tasviri konusunda çelişkili bir görünüme sahip. Unutulmuşluğun, müzikten ziyade, daha gerçekçi bir sanat ve dekor yönetimiyle çözümlenmesi, mevcut etki gücünü daha da arttırabilirdi.
Uzun süresine ve yer yer fantastik sinemaya göz kırpan süreçlerine rağmen, baştan sona sürükleyici bir hikâye örgüsüne sahip oluşu, Mucize’nin bir kitle filmi olmasını sağlıyor. Mahsun Kırmızıgül sinemasının artık kalıplaşan anlatı biçimini olağan karşılayan izleyicilerin sıkılmadan izleyeceği bir film Mucize.