“İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan hayatla olan saf ilişkisini yitirir”*
Rüya sekansıyla açılan film Tarkovski’ye saygı niteliğinde ‘Stalker’ filminden bir karenin benzeri ile başlar. Rüyayı gören yönetmenimiz, sinema dünyasında tartışmasız bir yere oturan deha yönetmen Tarkovski’ye öykünmektedir. Bunu, gördüğü rüyada kendini Stalker’daki karakterin yerine koymasından anlarız. Daha sonra set ortamında filminin başında görürüz yönetmeni. Dış mekanda çekilen filmin bin bir sorunla ilerlemeye çalıştığını yaşanan sıkıntıların yansıtılmasıyla anlarız.
Neden Tarkovski Olamıyorum, çekim aşamasında, öncesinde ve sonrasında yaşanan sıkıntıları, yarattığı yönetmen karakterinin gözünden bize göstermektedir. Bahadır, popüler işler yaparak hayatta kalmaya çalışırken aslında onunla bile idame ettiremez yaşamını. İdealize ettiği şeyleri yaşamadıkça kendinden uzaklaşır ve zamanla çevresini de kaybeder bir bir. Bahadır iki dünya inşa etmiştir kendine; yaşadığı gerçekler ve yaşamayı arzuladığı, rüyalarına giren hayalleri.
Platon’a göre sanat doğayı ve insanı taklit etmektir, sanatçı da kopyanın kopyasını yapıyordur. Sanatçıyı taklit ise işi daha da çetrefilleştirir bu durumda. Yıllardır süregelen sanatın taklit olup olmadığının tartışmasıyla beraber her sanat dalında öykünme ve iz sürme kaçınılmazdır. Bazen söylenmek isteneni en iyi şekilde duyurabilmek için üst perdeden bir aracı kullanmak mübah sayılabilir. Filmin bunu yaptığını başlığı ile anlatmak istediği arasındaki yarıktan anlayabiliriz. Sesini daha iyi duyurabilmek için ve dikkatleri çekmek için bu başlığı seçen yönetmen, Bahadır’ı Tarkovski olmak adına bir yere sürüklemez, bilakis etrafındakilerin söylediği ‘aşk filmleri yapmalısın, yurtdışında ödül almak için uyman gereken kurallar şunlar’ cinsinden konuşmaların etkisinde bırakır. Ailesi, değer verdiği yazar abisi, arkadaşları ve sevgilisiyle ilişkisinde kendine dönük sorgulamalar yaşar. Hepsi ayrı bir yönüyle eleştirmektedir Bahadır’ı. İçine dönük yaşamıyla, pasif direnişiyle dış dünyada olup bitene müdahalesiz kalır. Giden sevgilisi, giden arkadaşları için çaba sarf etmez.
Bahadır’ın imlediği yönetmen duruşu ne olursa olsun vazgeçmeyen değil daha baştan ödün vermeye yatkın bir yerdedir. Bugün hala ismini duyduğumuz, filmlerini başyapıt ilan ettiğimiz yönetmenlerin verdikleri mücadeleye baktığımızda (Tarkovski, Stalker filmini çektikten sonra kopyaları yandığı için filmi tekrar çeker ve hatta ölümü dahi göze alır. Çünkü radyasyon yayan bir yerde çekilecektir. Gerçekten de hem Tarkovski hem de oyuncuları çok uzun yaşamazlar.) günümüzde verilmeyecek kadar tepede bir yerde durmaktadır.
Kaygılı bir dille anlatılan, derdi olan bir filmle karşı karşıyayız. Ana karakter, ağırlıklı filmi götürürken etrafındaki kişiler ve olaylar da ona hizmet eder. Her bir kişi ve unsur anlatılmak istenenin bir parçasıdır. Bununla beraber bütünlük tam sağlanamaz. Yönetmenin kendinden izler taşıdığını söylediği Bahadır karakteri başladığı noktada bitirir hikâyesini, belki biraz daha kaybettikleriyle beraber. Yazının başında ki cümleyi, (ilkelerine bir kez olsun ihanet eden insan hayatla olan saf ilişkisini yitirir) Bahadır’la beraber filmin başında ve sonunda görürüz. İlkelerini hayata geçiremeyen, gittikçe uzaklaşan, şartlara teslim olan bir karakter vardır karşımızda.
Serzeniş içeren başlıkla beraber filmde anlatılmak istenenin, Tarkovski gibi bir yönetmen olmaktan ziyade sanat filmi yapmanın ve ideallerini hayat geçirememenin zorluklarıdır. Piyasadaki sorunları masaya yatırmak isteyen yönetmen bunu gerçekleştirir ve ne yapılması gerektiği konusunda açık kapı bırakır.
*Mühürlenmiş Zaman-Andrei Tarkovski