İran sinemasının önemli isimlerinden Abbas Kiyarüstemi geçtiğimiz hafta Paris’ta hayata veda etti. 76 yıllık yaşam serüvenine bazıları şimdiden klasikler arasına giren 40’ı aşkın film, 100’e yakın ödül, sinemanın büyük ustalarından övgülerle milyonlarca sinemaseverin sevgisini sığdırdı.
Terör saldırılarının yaralarını sarmaya çalışıp, Ramazan Bayramı’nı karşılamaya hazırlanırken, arife günü ajanslara düşen acı bir haber sinemaseverleri derinden yaraladı. İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi, Paris’te 76 yaşında hayatını kaybetmişti. Haber tüm dünyada hızla yayıldı, büyük ustanın ölümü Türkiye’de olduğu gibi dünyada da gündemin ilk maddeleri arasına girdi. Sosyal medyada bu ölümden duyulan üzüntüler bir biri ardına dile getirildi. Ölen Abbas Kiyarüstemi idi ve yazılacak, söylenecek çok şey vardı. 76 yıllık yaşam serüvenine bazıları şimdiden klasikler arasına giren 40’ı aşkın film, 100’e yakın ödül, sinemanın büyük ustalarından övgülerle milyonlarca sinemaseverin sevgisini sığdıran Kiyarüstemi’nin kaybı elbette büyüktü. Kaybı henüz taze olduğundan ardından yazılanlar da devam ediyor ancak ne yazılırsa yazılsın cümleler çoğunlukla yarım kalacak. Zira Godard’ın ‘Sinema Lumiere Kardeşler ile başladı, Kiyarüstemi ile sona erdi’ dediği büyük ustanın sinemasını anlatmak öyle kolay değil. Bu yazı da Kiyarüstemi sinematografisini sayıp dökmek için değil, sinema yaşamı boyunca ısrarla takip ettiği ana damara, yani yaşadığı topraklara, ait olduğu kültür ve geleneğe olan sarsılmaz bağlılığa dikkat çekmek için kaleme alındı.
HAKİKATİN PEŞİNDE BİR ÖMÜR
İran’da başlayıp Paris’te 76 yaşında son bulan ömrü boyunca hep bir arayışın içinde olan Abbas Kiyarüstemi, çocukluk yıllarında resimle başlayıp, sanatın pek çok farklı dallarını tecrübe ederek devam ettirdiği yaşamında kendisini daha iyi ifade edebileceği güçlü bir damar aradı. Çizerlik, grafik tasarımı, reklam, fotoğraf, sanat yönetmenliği, metin yazarlığı ve şiirin içinden geçtikten sonra sinemaya demir attı, geçtiği alanlardan damıttığı tecrübesiyle sinemada ilk andan itibaren güçlü bir varlık gösterdi. Kısa’larla başlayıp her biri teknik anlatımları ve özgün içerikleriyle seyircide derin izler bırakan büyük filmlerle devam eden bir sinema dili inşa etti. İran Sineması’nın Yeni Dalgası olarak ifade edilen akıma dahil olarak varlığını şekillendiren Kiyarüstemi’nin arayışı, zamanla olgunlaştı ve doğduğu toprakların binlerce yıllık geçmişine dayanan geleneksel kültür, sinemasının ana aksını oluşturdu. Kiyarüstemi, yaşamı boyunca sürdürdüğü arayışı, yine doğduğu topraklarda nihayetlendirdi.
‘KÖKSÜZ AĞAÇ OLMADIM’
Yalnızca sinema filmleriyle değil verdiği röportajlar ve yaptığı konuşmalarda da dile getirdiği aidiyet duygusuna büyük önem veren Abbas Kiyarüstemi, hangi alan olursa olsun, sanatın ancak var olduğu topraklardan beslendiği takdirde yükselebileceğini savundu. 70’te çektiği Ekmek ve Sokak adlı kısa filmden en güçlü yapıtları Arkadaşımın Evi Nerede? (1987), Ve Yaşam Sürüyor (1992), Zeytin Ağaçları Altında (1994), Kirazın Tadı (1997), Rüzgar Bizi Sürükleyecek (1999) ve son çalışması Sevmek Gibi’ye değin, tüm filmlerinde sırtını hep geleneğe yasladığını belirten büyük usta, dünya çapında evrensel işler yapabilmenin yerel değerlerin anlaşılmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. Kültürüyle olan bağını şöyle açıklıyordu; “Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum.”
YASAK MI? O DA NE?
Nereye giderse gitsin, İran toplumunun ‘katı anlayışı’ ile sansür ve yasaklara rağmen nasıl film yapmaya devam ettiği sorularına muhatap olan usta yönetmen, toplumlardan ziyade sinemacıların katı davrandığını savunuyor, sansür ve yasakların ise ancak başarısız sinemacıların bahanesi olabileceğinin altını çiziyordu. Her zamanki bilge tavrıyla sansür e sınırların hayatın doğasında var olduğunu söylüyor, ‘yönetmenler sansüre ağlamayı değil, ona rağmen film yapmayı tercih etmeli’ diyordu. Kimi sinemacıların sansürü kendi başarısızlıklarını gizlemek için kullandıklarını dile getiren Kiyarüstemi, bu kötü sinemacıların sansürün ekmeğini yediklerini savunuyor, usta yönetmenlerin kendilerini sansüre maruz bırakmadan ifade edebileceklerini hatırlatıyordu. Sansür gerçek bir sinemacıyı engellemez, aksine ustalığını daha da geliştirir diyordu.
Abbas Kiyarüstemi, farklı coğrafyalardan milyonlarca sinemaseverin gönlünde taht kurdu, daha yaşarken klasikleşen filmleri sinema tarihinin en önemli yapıtları arasına girdi. En zor koşullarda dahi ülkesini terk etmedi. Yargılandığı dönemlerde dahi, ülkesinin aleyhinde konuşmadı. Milli hassasiyetlerini her şart ve koşulda korudu. Sırtını dayadığı binlerce yıllık İran kültürüyle emzirdiği sinemasını dünyaya kabul ettirdi. Ait olduğu toprakların şiir, felsefe, hikâye ve müziğini, filmleriyle sevdirdi. Kiyarüstemi, bu tavrıyla kültüründen utanan kompleksli sinemacılara büyük bir ders verdi.