Genç bir kızın daha iyi bir yaşam kurmak için ülkesini terk edişini konu alan Brooklyn, meselesini sade ancak derinlikli bir biçimde tartışıyor. 1950’lerin İrlanda’sını başarıyla resmeden film, dönemin Amerikan yaşam biçimi, göç, sosyal adalet, entegrasyon ve işçilik hallerini de ustalıkla ele alıyor.
Bu yılki Oscar ödüllerine 3 dalda aday olan ancak eli boş dönen Brooklyn, bu hafta vizyona girdi. Genç bir kızın türlü hayaller kurarak göç ettiği Amerika’da yaşadıklarını konu eden filmin yönetmenliğini John Crowley üstleniyor. En İyi Kadın Oyuncu dalının iddialı adaylarından Saoirse Ronan’ın başrolü göğüslediği filmde, Emory Cohen de Tony karakteriyle başarılı bir performans sergiliyor. Filmin diğer başrol oyuncuları ise Domhnall Gleeson, Hugh Gormley ve usta oyuncu Jim Broadbent.
Eilis Lacey, İrlandalı genç bir kızdır. Ablası ve annesini de ikna ederek Amerika’ya göç etmeye karar verir. 1950’lerin Brooklyn’ine yerleşen Eilis, yeni hayatına alışmakta güçlük çeker. Tam da vatan hasretiyle zor günler geçirdiği sırada Tony ile tanışır. Ona duyduğu aşkla hayatı değişen genç kız, İrlanda’dan aldığı kötü bir haberle evine geri döner. Onu eski ve yeni hayatı arasında karar vermeye zorlayacak bir dizi olay beklemektedir.
USTA İŞİ BİR DÖNEM FİLMİ
Brookly’in en güçlü özelliği hikâyenin yaşandığı 50’lerin İrlanda ve Amerika’sını başarıyla resmetmesi. Sanat yönetmenliği hemen her aşamada başarısını gösterirken kostümlerden makyaja, mekânlardan sosyal ortamlara kadar, her bir ayrıntı özenle hazırlanarak güçlü bir dönem atmosferi oluşturulmuş. Güçlü ve duygulu oyunculuklarla usta işi görüntü yönetiminin de katılmasıyla ortaya özgün bir göç filmi çıkmış.
SADE VE DUYGULU BİR ANLATIM
Filmin diğer bir önemli özelliği ise sıradan bir yolculuk hikâyesini derinlikli vurgular ve başarılı senaryosu ile güçlü bir anlatıma dönüştürmesi. Bir yandan İrlanda ve Amerikan toplumunu dönemin argümanlarıyla resmeden film öte yandan göç olgusunun yol açtığı bir takım dramları da duygulu bir tarzda beyazperdeye taşıyor. Film, Eilis’in anne ve ablasıyla yaşadıklarını incelikle işliyor ve daha iyi bir hayat kurmak isteyen genç kızın aileden kopuşunu derinlikli diyaloglarla ele alıyor. Meselenin Amerikan tarafını da ustalıklı bir mizah ve göndermelerle tartışan film, ana hatlarıyla da olsa dönemin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısına eleştiriler getiriyor. Yönetmen, özellikle çalışma yaşamının öne çıktığı sahnelerde Amerikan yaşam biçimi, ülkelerarası göç, sosyal adalet, entegrasyon ve işçi haklarıyla ilgili yorumlar yapmayı da ihmal etmiyor.