İtalya’ya dil öğrenmek için giden genç bir Türk, o gencin ilk gördüğü anda tutulduğu güzel kız Valentina ve yıllardır dışarıdan bağımsız bir hayat süren, saygıdeğer Sinyora Enrica… İtalya’da yaşayan Türk yönetmen Ali İlhan’ın ilk uzun metrajı olan Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak, farklı kültürlerde yetişmiş, farklı yaş gruplarına mensup iki insanın eğlenceli ve naif arkadaşlığını konu alıyor. İtalyan ve Türk sinemasının sağlam bir sentezi olan filmin başrollerini ise; güzelliği dillere destan, efsane oyuncu Claudia Cardinale ile birlikte İsmail Hacıoğlu ve Lavinia Longhi paylaşıyor.
Amcası tarafından dünyayı tanıması ve dilini geliştirmesi amacıyla İtalya’ya yollanan Ekin’in yolu, yıllardır kapısından içeri erkek girmemiş Sinyora Enrica’nın evine düşer. Enrica; yıllar önce kocası tarafından terk edilmiş, evinin bir bölümünü kız öğrencilerle paylaşan, içine kapanık bir kadındır. Ekin ise; dilini bilmediği bu ülkeye gelir gelmez âşık olmuş ve ne yapacağını bilmez bir haldedir. Bir noktadan sonra Sinyora Enrica ile kurduğu yakın ilişki, hem onu kültürüne yabancı olduğu bu ülkede ayakta tutacak hem de âşık olduğu Valentina’ya doğru emin adımlarla götürecekti. Ekin, bir yandan farklı bir adama doğru evrilirken, Sinyora Enrica ise yıllardır içinde tuttuğu o hayat dolu kadını dışarı çıkaracak ve ikilinin bu arkadaşlığı, hayatlarının farklı evresinde olan bu iki insana değişik duygular yaşatacaktı.
Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak; öncelikle Türk Sineması’nın kalıpları içinden kurtulmayı başarmış, İtalyan soslu bir hikâye. Bu da filmi evrensel nitelikli olarak değerlendirmemize olanak sağlıyor. Özellikle sinemamızda son yıllarda yoğunlaşan tek tipleşmenin ve kasvet havasının bu hikâyede rafa kalktığını görüyoruz. Hem de Altın Portakal’ı olmasına rağmen! Film aslında, yıllardır aynı yönetmenin elinden çıkmışçasına çekilen; taşra temalı, karanlık atmosferli filmlerinden bıkmış Türk Sineması izleyicisi için tam bir kaçış yolu. Ali İlhan, İtalyan sinemasının tematik unsurları ile kendi naif bakış açısını bir potada erittiğinde, sinemamızın son yıllardaki en spesifik işlerinden biri ortaya çıkmış oluyor. İtalyan Sineması’nda sıkça karşımıza çıkan sıcaklık ve samimiyet olguları bu yüzden filmde daha bir dikkat çeker durumda. Filmin başından sonuna vaat ettiği sıcaklığı kaybetmeyip, aynı çizgide devam edebilmesi ise hem hikâyenin gerçekliğine pozitif bir şekilde etki ediyor hem de izleyenlerde farklı bir algı yaratma konusunda başarılı oluyor.
Film esasen; sıcak atmosferinin altından iki farklı insanın birbirini etkileme sürecine eğiliyor. Ekin’in bilmediği bu coğrafyada, bilmediği bir kültür karşısında ne yapacağını bilmez tavrı, Sinyora Enrica’nın adeta burnundan kıl aldırmayan tavrıyla birleşince, hikâye seyir zevki yüksek bir iş haline dönüşüyor. Ekin; genç yaşında Enrica’nın tecrübeleri sayesinde hayatı tanıyacak, Enrica ise kocasının gidişiyle beraber eve hapsettiği içindeki o genç kadını, Ekin sayesinde dışarıya çıkaracaktı. Enrica en başta, Ekin’in Valentina’yı etkilemesi için ona yardım ediyormuş gibi gözükse de aslında o Ekin vesilesiyle kendini yeniden keşfetmeye çalışan bir kadındı. Tüm bunlar yaşanırken, hikâye bir yandan da kendi içindeki Çirkin Betty’sini yaratıp, Ekin’i Salvatore’a dönüşme evresini incelikle işliyordu. Filmin bu evrede, ikilinin karakter değişimi konusunu paralel bir çizgide götürebildiğini söyleyebiliriz. Bunu kafa karıştırmadan, sade bir anlatımla işleyebilmesi ise filmin en önemli dinamiklerinden biri olarak göze çarpıyor.
Şüphesiz hikâyenin beslendiği önemli temalardan biri de günümüzün en popüler konusu olan; aşk. Bir gencin, bilmediği bir ülkede aşkına karşılık bulmak için yaptıkları, en başta izleyenleri güldüren bir unsur olsa da daha sonları sıkı bir arkadaşlığın temelini atacak değişken olarak öne çıkıyordu. Enrica ile Ekin’in arkadaşlığı da, Ekin’in yavaş yavaş çıkmaza doğru sürüklendiği noktada başlar. Pekâlâ, filmin en ilgi çeken tarafı olan bu ikilinin arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirebiliriz? Bu konuya ikisinin gözünden de değinmekte yarar var. Ekin’in Valentina’ya karşı beslediği aşk, onu başka bir adam yapma konusunda teşvik edecektir. Bu noktada Enrica; Ekin için, hem onu hayata hazırlayan bir öğretmen olacak, hem de en yakın dostu. Ekin’in en büyük destekçisi olan Enrica’yı daha yakından tanıma fırsatı yakalaması, ona duyduğu saygının yanında büyük bir hayranlığı da beraberinde getirecektir. Enrica’nın gözünden olaya yaklaştığımızda ise durum biraz daha farklı bir hal alır. Enrica yıllar önce yaşadığı trajedi nedeniyle kendini dışarıyı kapamışken, üzerine bir de oğlunun serseri tavırları eklenince iyice hayattan kopmuş bir kadındır. Onun Ekin ile olan yakınlaşması, hayatında yıllardır yer alan boşluğu kapamasına önayak olacaktır. Bu sebeple Enrica ile Ekin arasındaki ilişkiyi ne bir ana-oğul ilişkisi olarak betimleyebiliriz ne de bir aşk. Onların ki zamanın ve mekânın ötesinde bir sevgiydi. Tüm duyguların üstünde yer etmiş, bir aidiyet duygusuydu… Bu yüzden, bu ikilinin arasındaki bağı bir kalıba sığdırmak, en büyük hata olacaktır.
Filmi, başarılı bir Türk-İtalyan sentezi olarak nitelendirmemizin başlıca sebebi ise; şüphesiz filmin yönetmenlik koltuğunda oturan Ali İlhan . Yönetmenin İtalyan ve Türk kültürüne son derece hâkim olması, ortaya sağlam temellere dayanan bir hikâyenin çıkmasına olanak sağlıyor. İki ülkenin kültüründeki zıt yönlerin son derece realist bir gözle aktarılması, Ekin’in İtalya’ya adım attığı andan itibaren yaşadığı zorluğu daha inandırıcı hale getiriyor. Keza bu kültür çatışması, Ekin ve Enrica’nın arkadaşlığındaki hem en zorlu süreç oluyor hem de herkesin, her şartta değişebileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Filmin en büyük şanslarından birisi ise, güzelliği ile bir döneme damga vurmuş, tüm dünyanın saygı duyduğu Claudia Cardinale. İlerleyen yaşına rağmen asaletinden ödün vermeyen oyuncu, filmde karşımıza tam bir hanımefendi olarak çıkıyor. Geçmişte yaşadığı trajediden ötürü, kendisini dışarıya kapamış, özellikle erkeklerden nefret eden Enrica’ya hayat veren Cardinale, oyunculuğu ile göz doldurmayı başarıyor. Her ne kadar filmin popülaritesini arttıran ismin Cardinale olduğu aşikâr olsa da filmi tamamen ona endekslemek ise büyük bir haksızlık olacaktır. Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak; en başta tam anlamıyla bağımsız bir film. İçindeki Çirkin Betty esintilerini bir kenara koyarsak, neresinden tutarsak tutalım eşine az rastlanan türden bir iş. Özellikle, uzun ve bitmeyen sekanslara alışmış sinemamız içinde değerlendirildiğinde, adeta parıl parıl parlayan, Avrupai bir film. Bu da aslında yönetmen Ali İlhan’ın, ilk uzun metraj denemesinde ne kadar düzgün bir çizgide ilerlediğini gözler önüne seriyor.
Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak, alışılmışın dışındaki anlatısı ve sıcak yapısıyla ülke sinemamızın son dönemlerdeki en farklı filmlerinden biri. Fellini’den, Acun’a kadar içinde bulundurduğu türlü detaylarla izleyenleri şaşırtabilmeyi başaran film, Ali İlhan’ın ise ne denli yetenekli bir yönetmen olduğunu ortaya koyuyor. Claudia Cardinale ile göz dolduran, İsmail Hacıoğlu’nun performansıyla şahlanan film, naif yapısından samimiyetine kadar farklı bir tat arayanların es geçmemesi gereken bir iş…
POLAT ÖZİŞ yazdı..