Annemin Yarası; savaş kalıntılarının altından günümüze uzanan sırları bir yandan acıyla birleştiriyor, bir yandan da Balkanların tüm sıcaklığını bizlere servis ediyor. Sinemaya Çok Filim Hareketler Bunlar ile adım atan, Silsile ile adını geniş kitlelere duyuran Ozan Açıktan’ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu, son dönemin popüler oyuncuları Meryem Uzerli, Ozan Güven, Belçim Bilgin Erdoğan, Okan Yalabık ve Bora Akkaş gibi isimlerinde başrolünde yer aldığı film güçlü hikâyesi ve popüler isimleriyle bir nevi vizyonda başarıya göz kırpıyor.
Yetimhanede büyüyen Salih (Bora Akkaş) 18 yaşına geldiğinde ailesini bulmak üzere yetimhaneden ayrıldığında, onu bekleyen birçok sürpriz ile karşılaşıp farklı hayatlara tanıklık edecekti. Yetimhane müdürünün ona verdiği adres sonucu gittiği köyde annesi ile karşılaşması, aslında ona annesinin yarası olduğu gerçeği ile yüzleştirip, bir intikam hikâyesinin merkezine yerleştirecekti. Salih için artık tek önemli olan şey; savaş yıllarında bir tecavüz sonucu kendisine hamile kalıp, kullandığı ilaçlar yüzünden tüm geçmişini unutan annesine, bu kötülüğü yapan Borislav Milic’i bulup intikamını almak olacaktı. Salih tüm ülkedeki Borislav Milic adındaki insanları tek tek ziyaret ederken, yolunun Marija’nın (Meryem Uzerli) çiftliğine düşmesi onu tüm bu acıların ortasında güzel bir Balkan kasabasında belki de aradığı aile sıcaklığını bulmasına olanak sağlayacaktı. Salih’in kafasında bir yandan intikam çanları çalmaya devam ederken, bir yandan da bu sıcak aile evi onun hayata dair umutlarının diri kalmasına sebebiyet verecekti.
Her bir filmiyle izleyenlere farklı konseptte işler sunmayı başaran Ozan Açıktan, bu sefer bizi savaş yıkıntılarının hala devam ettiği Bosna Hersek’e götürüyor. Savaşa ve hayata dair birçok konuyu içinde barındıran film, hiçbir ayrıntıyı atlamadan; konuları sıkmayacak bir düzende hızlı bir şekilde sunmasıyla seyir zevki yüksek bir iş haline dönüşüyor. Ailesini bulmak için yetimhaneden ayrılan Salih’in hikâyesi olarak başlayan film, savaşın nesiller sonrasına dahi aktarılabilecek yüzüyle bizi henüz ilk dakikalarında tanıştırıyor. Salih’in öğrendiklerinden sonra yola koyulması, ona bir anda farklı bir misyon yükleyip, adeta yaşama amacını Milic’in izini bulup intikamını almak olarak belirliyordu. Ancak bu noktada yolunun düştüğü Marija’nin çiftliğinde hayata bakış açısı yavaş yavaş değişiyor ve Salih’in gittikçe farklılaşan duygu yoğunluğunun ortasında buluyoruz kendimizi. Aslında filme biraz da Salih’in hayata karşı güttüğü bakış açısından bakmak, hikâye ile ilgili daha doğru çıkarımlar yapmamıza olanak sağlıyor. Salih yalnız, terk edilmiş ve tek umudu ailesini bulmak olan bir çocukken intikam duygusunun benliğine yerleşmesiyle değişkenlik gösterse de içinde saklı tuttuğu saf ve temiz yüzünü gizlemekte zorlanıyor. Bu da acı altyapılı bir hikâyenin masumane bir şekilde ilerleyebilmesini sağlıyor. Burada Meryem Uzerli’nin oynadığı Marija karakterine de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Gerek Salih’e karşı tutumu, gerekse yaşanan her şeyden uzak duruşuyla hikâyenin tarafsız yönünü temsil etmesi onu bu filmin en saygı duyulası insanı olarak ön plana çıkarıyor. Film özellikle Salih’in çiftliğe gelmesiyle daha masumane bir hal alsa da, hikâyenin öbür tarafında yaşanan belirsizlik Mirsad (Okan Yalabık) ve Nerma (Belçim Bilgin Erdoğan) çiftini işin içinden çıkılmayacak bir ruh haline sokuyor. Mirsad evine gelip gizemli bir şekilde kaybolan Salih’i düşünmeden edemezken, geçmişini bir kenara koyan Nerma ise Salih’i dilinden düşüremez duruma gelir. Onlar Salih’in kim olduğunu, neden oraya geldiğini kurcalayıp dururken her şeyi bilen Mirsad’ın annesi Mevlüde (Sabina Toziya), savaşın kirli tarafının tüm çıplaklığını oğlu ve gelininden gizlemeye çalışır. Ancak hikâye bizi yavaş yavaş savaşın açtığı derin yaraların asla kapanmayacağına, gizli tutulan sırların büyük yıkımlara yol açabileceği gerçeğine, dram ve naiflik kavramlarını bir potada eriterek götürebilmeyi başarıyor.
Film bize savaşın yıllar sonra gelen muhasebesini fazla dramatize etmeyen bir şekilde, tüm duyguları dozunda sunabilmesiyle başarılı bir işin sinyallerini veriyor. Balkanların o sıcak atmosferi, gerek hikâyesi ile gerekse teknik açıdan çok iyi bir şekilde resmedebilmesi, izleyicilerin beyazperdede görmek istediği popüler isimlerle birleşince ortaya vizyon için doğru bir yapının çıktığı izlemini yaratıyor. Filme bir nevi Çağan Irmak’ın beyazperdede yarattığı duygu karmaşası çerçevesinden de bakabiliriz. Film alt benliğinde bir yandan acıyı sunarken, bir yandan da insanların tüm acılarına rağmen hayatta kalabilmesi gerektiğini, mutluluğun bir şekilde yaşanabileceğini doğru bir şekilde yansıtıyor. Hikâyenin izleyenleri ince ince filmin finaline doğru hazırlaması da filmin vuruculuğu konusunda bir adım öne çıkıp, tabiri caizse doğru bir “sinema filmi” olabilmesine olanak sağlıyor. Filmin anlattığı hikâyeyi perçinleyecek en büyük artısı şüphesiz teknik kısmında yapılan doğru işler. Sanat yönetiminden, görüntü yönetimine kadar Balkanların ruhunu, atmosferini en doğru şekilde aktarabilmesi filmin yaratmak istediği dünyaya birebir katkı sağlıyor.
Filmin en büyük artılarının başında ise şüphesiz Meryem Uzerli geliyor. Hürrem Sultan rolüyle hayatımıza girip, samimiyetiyle gönülleri fetheden Uzerli, Annemin Yarası filmiyle beyazperdeye ne kadar yakıştığını adeta gözler önüne seriyor. Filmin içinde bulunan naiflik duygusunun vücut bulmuş hali olan Marija’yı başarıyla canlandırıp, hikâyenin pozitif tarafının doğru bir şekilde işlemesinin en büyük destekçisi oluyor. Keza filmin asıl başrolü olan Bora Akkaş ise Salih’in hikâyesinde rolüne doğru bir şekilde adapte olarak filmin duygu yoğunluğuna birebir etki ediyor. Esasen filmde Ozan Güven’in yer yer abartıya kaçtığı sahneleri saymazsak oyunculuk bazında belli bir çizginin altına düşen kimsenin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Son dönemin en başarılı oyuncuları arasında yer alan isimler hem filmin popülaritesine hem de hikâyenin kendi içerisindeki başarısına net bir şekilde katkı sağlıyor.
Annemin Yarası her ne kadar vizyon için doğru bir iş olsa da filmin kendi içinde bir takım eksileri bulunduğunu da dile getirmeliyiz. Bunun başında da filmdeki herkesin Türkçe konuşmasını sayabiliriz. Filmde Almanya’dan göç ettiği söylenen Marija’nin aksanlı Türkçesi dışında -ki zaten bu Meryem Uzerli’nin en büyük karakteristik özelliği-, herkesin akıcı bir şekilde Türkçe konuşmasının filmin gerçeklik duygusunu nispeten zedelediğini söyleyebiliriz. Bir başka konuyu ise hikâyenin çıkış noktasını oluşturan Bosna Savaşı’na gereğinden az değinilmesi olarak gösterebiliriz. Yönetmenin filmin dramatik yapısını boğucu bir düzeye çıkarmamak için genel geçer bir şekilde tasvir ettiği savaş atmosferinin, hikayenin altyapısını oluşturduğunu düşündüğümüzde, daha fazla yer alması hem savaşın açtığı yaralar, hem Balkanlarda bıraktığı izler konusunda daha fazla bilgi sahibi olmamıza hem de hikayenin çıkış noktasının daha güçlü bir şekilde resmedilebilmesine olanak sağlayabilirdi.. Yönetmenin bu tercihleri aslında bize filmin ulaşmak istediği kitle ve başarı kriterlerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Tüm parametreleri birleştirdiğimizde Annemin Yarası hem herkesin kolaylıkla anlayıp, çıkarım yapabileceği bir film olarak hem de vizyonda başarı endeksli bir yapım olarak ön plana çıkıyor.
Film; bir savaşın enkazından günümüze gelen hikâyenin, yer yer acısını aktardığı yer yer bulunduğu coğrafyanın sıcaklığıyla izleyenleri mest etmeyi başardığı, bir sinema filmi için gerekli tüm algoritmaları içinde bulunduran başarılı bir yapım olarak ön plana çıkıyor. Özellikle Silsile ile “iyi bir sinema filmi” yapabilme isteğini ortaya koyan yönetmen Ozan Açıktan, burada çıtasını bir nebze daha yukarıya taşıyıp başarısını perçinliyor. Bunu yaparken, insanlara tüm duyguları bir anda yaşatmayı başarıp sinemadan iyi bir film izleyerek çıkabilmelerine olanak sağlayan Annemin Yarası bu yılın en çok ilgi çekecek yapımları arasında yerini şimdiden alıyor…
Yazar: Polat Öziş