Karpatlar’dan Esen Ürpertici Rüzgâr; Nosferatu

Sinemanın sessiz dönemlerinin kendine has bir büyüsü vardır. Özellikle 1920’li yılların Avrupa Sineması, korku türüne ilişkin zengin bir birikme sahiptir. Bunda elbette korku edebiyatının etkisi bir hayli fazladır. Edebiyatın sinema üzerindeki büyük etkisi, sinemanın bu ilk dönemlerinde Avrupa Sineması’nın Amerikan sinemasını geride bırakmasının en büyük nedenlerindendir. Bram Stoker’ın Drakula romanından esinlenilerek çekilen ve Alman dışavurumculuğunun en saygın örneklerinden olan 1922 tarihli Nosferatu filmi, türünün bugün dahi akıllarda yer etmeyi başarmış örneklerindendir. Transilvanya’da yaşayan Kont Orlok, Almanya’ya uzanan bir dehşet yolculuğu arzulamaktadır ve bu yolculuk için seçtiği kurbanlarına film boyunca musallat olacaktır. Stoker’dan izin alınmadan uyarlanan ilk Nosferatu’nun yönetmeni F. W. Murnau iken 2024 tarihli yeni Nosferatu’nun yönetmeni Robert Eggers.

Ellen’ın bunalımlı yaşantısına küçük yaşlarından itibaren kötü bir ruh musallat olur. Başlarda Ellen’a arkadaşlık eden kötü ruh, sonrasında gerçek yüzünü gösterir ve Ellen’ı esir etmeye çalışır. Bu kötü ruh Kont Orlok’un ruhudur. Filmin konusu kadar renkleri de karanlıktır. Yer yer teknik gücü yüksek bir projektöre ihtiyaç duyulabilecek olsa da genel karanlık konsept filme ayrı bir derinlik katıyor. Almanya’ya yerleşmek isteyen Kont Orlok için hazırlanan emlak satış sözleşmesinin imzalanması adına Transilvanya’ya doğru yolculuğa çıkan Ellen’ın eşi Thomas, Karpatlar’ın büyüleyici dokusu ile beraber yerel halkın inanışlarından da bir hayli etkilenir. Thomas’ın Kont Orlok’a doğru yaklaştıkça içine düştüğü ve anbean artan psikolojik ıstırap, filmin büyük bir gücü. İzleyici, zaman, mekan ve karakter arasına hapsedilen ıstırabı iliklerine kadar hissediyor. Konunun bilinirliğinin yaratabileceği dezavantaj, muazzam şekilde yeniden kurgulanan bilinmezliğin ve bilinmezliğin meydana getirdiği dehşetin içinde kaybolup gidiyor.

Sayısız vampir filminin izleyici üzerinde oluşturduğu doymuşluk hissinin aksine, olayın köklerine yeniden ışık tutan Nosferatu’nun Eggers’in estetik dokunuşları ile eriştiği cezbedicilik, Robin Carolan imzalı soundtrack ile daha da katmerleşiyor. Willem Dafoe’nun canlandırdığı profesör karakterinin filme dahil olması ile birlikte dönemin Avrupası’ndaki bilim ve inanç tartışmaları da filmde yer buluyor. Vampir ya da genel olarak kötü bir varlığın Avrupa kökenlerinde, çok öncelere ait halk inanışlarının büyük etkisi var. O yüzden de korkunun ilkel kökenlerine değinmeyen bir film anlatısı eksik kalacaktır.

Filmin giriş ve gelişme aşamalarında yakalanan derinlik ne yazık ki finale doğru kayboluyor. Hikayenin doğal akışının da etkisi olsa da tatmin hissini tam olarak elde edemeden koltuğundan kalkıyor izleyici. İlk filmdeki Kont Orluk’a kıyasla güncel karakter bir hayli ürkütücü. İlk filmdeki kötülüğün yer yer sahte bir sevecenlikle perdelendiği gözleniyor iken bu yeni filmde saf kötülükle örülü bir iklim mevcut. Sinemanın kötü karakterlerinin tamamında gözlemlenebilecek mutlak kötülüğe evrim süreci Kont Orlok için de gerçekleşmiş. Oyuncu kadrosu genel olarak beklenen düzeyde bir performans sergilerken Willem Dafoe’nun her açıdan muazzam oyunculuğu göze çarpıyor.

Her ne kadar aradan geçen yüz yılı aşkın süre göz önüne alındığında ilk film ile son filmi teknik olarak kıyaslamak uygun olmasa da ilk filmin teknik kapasite dışındaki kurgusu genel olarak daha ürkütücü. Bunda elbette güncel filmin tercihe bağlı karanlık renklerine kıyasla ilk filmin zaruri ve haliyle de doğal olan siyah beyaz ürkütücü dokusu ciddi ölçekte etkin. Doğası gereği ürkütücü olan bir öykünün, doğası gereği ilkellikle kısıtlı ama bir o kadar da etkin bir dekor ile örülü ilk filmde daha derin bir etki yaratması normal. Günümüzün parlak ve pürüzsüz görüntü düzeyinde ürkütücü bir hikaye anlatmak eskiye kıyasla daha zor.

Yılın en çarpıcı korku filmi adaylığı şimdiden garanti olan bir film Nosferatu. İlk filmin çekildiği döneme ait diğer korku filmlerinin yeniden çevrimi için tetikleyici olur mu bilinmez. Lakin yüz yıl öncesinde bugün dahi tam olarak keşfedilememiş bir hazine yatıyor.

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir