John Wick 2014 yılında hayatımıza girdi. Aksiyon sinemasının sevilen isimlerinden Keanu Reeves filmin geniş kitlelere yayılması için doğru casttı. Film farkını başrolüyle değil muhteşem dövüş koreografileriyle ortaya koydu. Bunun sebebi yönetmen Chad Stahelski’nin dokunuşu. Kick boks eğitimi almış olan yönetmen aynı zamanda dublör olarak da çok filmde çalışmış. Sette çalışkan bir isim olduğunu bildiğimiz Reeves de gerekeni yapmış ve ilk filmden bu yana çok iyi dövüş sahnelerini bize izlettiler. Gelelim serinin dördüncü filmine.
Öncelikle 169 dakika gibi çok iddialı süresiyle film bazıları için tereddüt yaratacaktır. Filmin bu süreyi verimli değerlendirdiğini düşünüyorum. Film ilk dakikasından finaline kadar durmuyor ve seyirciyi bir aksiyon kasırgasının ortasında bırakıyor. Üçüncü filmin bittiği yerden hikayeyi devam ettiriyor ve evreni bu filmde de genişletiyor. Bunun yanında yeni karakterlerle tanışıyoruz. Filme katılan Marquis karakteri ilk dakikadan gücünü gösteriyor ve ciddi bir tehdit olduğunu anlıyoruz. Yüksek pozisyonda olan kas gücü yerine zekasını ve maddi gücünü kullanan biri. Shimazu ve kızı Osaka Continental’in ev sahipleri ve Shimazu ile John arasında ciddi bir dostluk olduğunu öğreniyoruz. Kendi işini, kızının ve kendisinin hayatını tehlikeye atacak kadar kendisine bağlı bir cesuryürek. Hiroyuki Sanada bu roller için biçilmiş kaftan ve eline samuray kılıcını aldığında aklımıza istemsizce Son Samuray’dan Ujio geliyor ancak filmin yıldızı kesinlikle Caine. Donnie Yen müthiş bir performans sergilemiş ve ekranda olduğu her an tüm oyunculardan rol çalıyor. Kör bir tetikçi olması akıllarda soru işareti yaratsa da Osaka’daki ilk sahnesinde tüm soru işaretlerini gideriyor. Ciddi bir tehdit ve yönetmen kendisinin etinden, sütünden sonuna kadar yararlanmış. Kendisi de Wick’in eski bir arkadaşı ancak karşı karşıya geliyorlar. Karakterleri bu şekilde özetlendikten sonra devam edelim.
Film boyunca güç dengeleri sürekli değişiyor. John bir kurtuluş arıyor ve bunun için geçen filmde kurşun yediği ancak dostluğundan şüphe etmediği Winston en büyük destekçisi. Bowery King de kendisine yardımcı oluyor. Wick’i bir taraftan Marquis sıkıştırıyor bir taraftan başına konan ödül sürekli yükseliyor ve peşine takılmayan tetikçi kalmıyor. Osaka’dan Berlin’e oradan Paris’e durmak bilmeyen bir aksiyon sarmalında ilerliyoruz. Filmde öyle koreografiler var ki izlerken hayrete düşürüyor. Samuray kılıcından baltaya, tabancadan pompalı tüfeğe her türlü çatışmayı izliyoruz. Öldürmenin her türlüsünü görüyoruz. 169 dakikanın neredeyse 150 dakikasında aksiyon var. Wick’in en zorlandığı ve en çok yara aldığı film bu olmuş. Bu sefer karşısında çok çetin rakipler var ve başına konan ödül her dakika arttıkça gerilim tırmanıyor. Filmin bazı yerlerinin epey gergin olduğunu düşünüyorum. Atmosfer çok başarılı. Burada filmin sinematografisinden söz etmezsem haksızlık yapmış olurum. Bir aksiyon filmi için zirve bir görüntü yönetmenliğiyle karşı karşıyayız. The Shape of Water ve Nightmare Alley ile Oscar adaylıkları bulunan Dan Laustsen gerçekten mükemmel. Simetrik kadrajlara ve renk kullanımına bayıldım.
Filmde Matrix’i ve Collateral’i anımsadığım sahneler oldu. Filmin en iyi sahnelerinden Berlin’deki Killer Harkan sahnesi Michael Mann’in harika filmi Collateral’deki Fever Club sahnesini anımsattı. Bunun dışında Bowery King de John’u göreve hazırlarken aklıma istemsizce “Guns, lots of guns” sahnesi geldi. Bu tarz sahneleri seviyorum. Filmde epey yaratıcı planlar da var. Paris’teki bitmek bilmeyen kapışmada ev içindeki çatışma sahnesi pc oyunlarıyla ilgilenenleri adeta bir Batman Arkham oyununda hissettiriyor. Çok iyi çekilmiş bir sahneydi. Toparlayacak olursam filmi genel olarak çok sevdim ve son zamanların en iyi aksiyon filmi olduğunu düşünüyorum. Osaka sahnesinin biraz daha uzun tutulması, finalinin biraz daha epik olması eleştirebileceğim noktalar. Bunun dışında aksiyon severleri hayli memnun edecek bir yapım olmuş. Bu sevilen serinin bu filmle son bulacağına asla inanmıyorum. Fast and Furious gibi bir araba yarışı filminden on filmlik malzeme çıkıyorken böyle geniş bir evrenden kaç film çıkacağını siz hayal edin.
Filmden sonra bi okuma yapmak istemiştim, güzel bir yazı olmuş. Elinize sağlık