Bir biçimcinin görsel simetri gözü, bir mimarın yapı duygusu ve bir şairin hassas bir şekilde dengelenmiş sınırlarında meydana gelen tutkuları körükleme becerisiyle Park Chan-wook, kontrol edilemeyen dürtüler hakkında filmler yapıyor. Chan-wook Cannes 2022 de en iyi yönetmen ödülü aldığı Ayrılma Kararı ile önceki filmlerinin tarzından farklı olarak bilinmeyenle başlayan bir süreç içerisinde bizi yavaşça bilgilerle beslediği bir yolculuğa çıkarıyor.
Bir dağın tepesinde başlayıp denizin kıyısında biten bu film, kiminin yeşil, kiminin mavi olarak gördüğü Sao Rae’nin elbisesi gibi. Dağ ve deniz birbirine yakın görünse de bu film birbirlerinin ulaşamayacağı mesafelerde olduklarını bize derinden hissettiren bir işleyişe sahip.
İyi huylu dedektif Hae-joon kalbini ve ardından haysiyetini kaybederken yakalanması zor Seo-rae yavaş yavaş kişiliğinin koruyucu katmanlarını atarak benliğini daha fazla açığa çıkardığı süreç boyunca, bu iki karakterin birbirleriyle konuşma biçimlerinin süreklilik içeren akışına şahit oluyoruz.
Karakterler birbirleriyle dil aracılığıyla bağlantı kurma uğraşı içindedir; güçlü duygular yaşarlar ve duygularını birbirlerine iletmeye çalışırlar. Ama nihayetinde dil, kusurlu bir şekilde kullandıkları bir araçtır. En iyi ihtimalle karakterler, içsel deneyimlerini iletmede sadece kısmen başarılıdırlar. Buna karşılık, Park Chan-wook’un filminde karakterlerin mutlak bir kesinlikle konuştuklarına şahit oluyoruz.
Polis dedektifin “Keder kimilerini bir dalga gibi sararsa, kimilerine de sudaki mürekkep gibi ağır ağır yayılır.” sözündeki yaklaşımda şahit olduğumuz söz sanatı ile diğer karakterlerin oluşturduğu diyalog yapılarını karşılaştırdığımızda, söylemlerde mutlak bir kesinlik ve hassasiyet olduğunu görebiliyoruz. Ayrılma Kararı’ndaki diyaloglar net bir şekilde duygusal etki yaratacak ve eserin geniş yapısına ayak uyduracak bir biçimde incelikle ayarlanmış. Park Chan-wook ve Park’la beş filmde iş birliği yapmış ortak yazar Chung Seo-kyung ile birlikte tasarlanan diyaloglarda en kaba konuşmacılar bile akıllarından geçenleri tek bir sözcük bile boşa harcamadan zekice ve olduğu gibi ifade ediyorlar.
Film bazen gerçekleşen bir diyaloğun, bir eylemin ya da bir koşturmacanın içinde o an yaşamadığımız bir ortama, bakış açısına bizi sürüklüyor. Bu hızlı değişimler yadsıyamayacağımız ve gözden kaçırabileceğimiz ölçekte olmamakla birlikte bizi olay örgüsünün dışına iterek yabancılaşmamıza sebep oluyor. Bu olaysal ve mekânsal sıçrama ve etkilemeleri kameranın gerçekte olamayacak kavuşmaları, zaman ve mekanları gerçek dışı bir biçimde bir araya getirme yönteminin filmin hızlı yaşadığımız hayata ithafen bizimle oynadığı bir oyun olarak kabul edebiliriz.
Film zaman zaman sınırda gezinen, izleyiciyi halüsinasyonlara maruz bırakan ama kasıtlı olarak enerjik ve heyecan verici bir şekilde bu iki karakterin her ne pahasına olursa olsun aşklarını korumak zorunda oldukları hissine kapılmanıza neden oluyor. İzleyicinin hikâyede tutunabilmesi ve farklı anları birbirine bağlayabilmesi adına geçmişe dönük sahneleri alışılmışın dışında ustaca bir biçimde kullanıyor. Bu sahneleri izleyicinin filme olan dikkatinin ödülü olarak her bir parçanın bir araya geldiği dahice tasarlanmış bir oyun olarak adlandırabiliriz. Özenli detaylara sahip olan filmde kamera hiçbir diyaloğun yerini tutamayacak kadar derin bir karakter çalışması yürüterek kendi hikayelerini anlatıyor. Görsel olarak karakterlerin derinliklerine şahit olduğumuz ince detaylar ve açılara erişiyoruz.
Sinemanın doğasında var olan röntgenciliği başka bir boyuta taşıyan Chan-wook, ister bir ölünün gözünden ister bir telefonun ekranından olsun, nesnelerin içinde olma hissini izleyiciye tattırıyor. Belirli bir eylemi izleyen üçüncü kişiler olarak bizler birçok detayı yakından gözlemleyebilme imkanını elde edebildiğimiz gibi temelleri felakete mahkûm olan imkânsız bir aşkın şahitleri haline de geliyoruz. Detayları yakından gözlemleyebilme imkanına rağmen film sürecinde karakterler ve izleyici arasında bir mesafe oluşturmak isteyen yönetmen, seyircinin sahneler esnasında karakterin ruh haline tamamen uyum sağlamasından ziyade temkinli bir duygu durum geçişi oluşturarak izleyici ve karakterler arasında daha ağırbaşlı bir empati deneyimi sağlamaya çalıştığını ifade ediyor.
Film bizi her şeyi olduğu gibi görmeye çalışan ama bu uğraş içinde kaybolan ve sonunda kör olan insanların içine girdiği bir sis bulutuna sokuyor. Sonrasında karşımıza geçip, hava sisli ve belirsiz de olsa, net görmek için çaba göstermelisin diyor. Soğuk bir gecede ısınan bir kalp ve güneşli bir güne gölge düşüren bir pişmanlık gibi Chan-wook’un kullanmayı sevdiği bu karşıtlığın katıksız varlığı, zıtlıklar arasındaki bir aşk anlatısına hizmet ediyor.
Seo-rae, gizlice talep edilen bir aşkın inceliğiyle, Hae-joon’un ilgi dolu sorgulamaları sırasında ona birinci sınıf suşi kutuları vermeyi bırakacağı ya da dedektifin sisli ve yokuşlu kasabada evinde olması gereken gecelerde onun Busan’daki dairesini gözetlemekten vazgeçeceği günden korkar. O gibi yerlerde yaşayan bazı insanlar her sabah şehrin üzerine yayılan gri bulutlardan şikâyet ediyor olsalar dahi; diğerleri, belki de yalnızca kalpleri sisle örtüldüğünde huzur içinde olabilir.
Park’ın Oldboy ve Stoker filmlerinde, görselliği ve estetiği çarpıcı sonuçlarla vurgulamak adına hikâye anlatıcılığının karmaşıklığını en aza indirirken, Ayrılma Kararı’nda çok sayıda kıvrım ve görsel dönemeçlerle izleyiciyi bir an bile kaybetmeden imgesel lirizmi koruyor.
Jung Hoon Hee’nin Mist şarkısını yeniden duyduğu bir anından bahseden Chan-wook filme dair her şeyin bu şarkıyla başladığını ifade ediyor. ‘Şarkının sözlerini özümsemeye başladığım andan itibaren bunun mistik bir aşk hikayesi olacağı olgusu kafamda şekillenmeye başladı.’ diyen Chan-wook, onu en çok etkileyen kısmın şarkının sözlerinden biri olan ‘sis içinde gözlerini aç’ ifadesi ve şarkının saflığı olduğunu ifade ediyor. Parçanın onda ‘sevdiğin birinin seni terk etmesi ve bunu derin siste gizlenmiş bir siluet olarak görme’ izlenimini oluşturduğundan bahseden yönetmen, ‘sis içinde gözlerinizi açın ve o kişiye düz bir şekilde bakın’, ifadesini kullanıyor.
Şarkının etkisi, bu hikayedeki gerçeği olağan netliğiyle görmeye çalışan dedektif imajının Chan-wook’un hayalinde canlanmasına vesile olmuş. Gerçeği görebilme yetisine en çok sahip olmak istediği anlarda gözlerine damlattığı damla, yönetmenin şarkıyla bağdaştırdığı kısma referans olmasıyla birlikte aynı zamanda Seo-rae’nin ışığın temasına göre rengi değişen elbisesine de ilham kaynağı olmuş.
Üstesinden gelinemediğinde gitmek mi yoksa kalmak mı aşktır sorusunu bize bırakıp giden Chan-wook’un filminde bin kelimeden daha fazla konuşan kareleri, harekete dönüşen sözcükleri var. Ayrılma Kararı’nın güvensizlik, kutuplaşma, gelecek kaygısı ve yalnızlık çağında insanlığa birçok şeyin belirsiz gözükmesi ile zamanı zamanında yansıtan bir film olduğunu ifade eden Chan-wook, bir karakterin dönüşümüyle paramparça olma yolculuğunda seyircisine eşlik ediyor. İnsanın benliğini kaybetme sürecinde film, dedektifin sis ve suyun içinde vardığı sonla geride birçok soruyu ve cevabı bize sunuyor.