Arthur Conan Doyle’un ilk Sherlock hikâyesini yazması 1887’ye tekabül eder. O günden sonra gerek devamında gelen kitaplarla gerek kitaplardan uyarlanan filmler ve dizilerle sürekli olarak hatırlatılan bir kahramandır Sherlock Holmes.
Geçtiğimiz hafta vizyona giren “Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı” ise ne bir Conan Doyle kitabı ne de onun kitaplarından uyarlamış bir film; mesleği bırakmasının üzerinden uzun yıllar geçmiş, yaşı artık 90’ı aşmış gerçek Sherlock Holmes’un hayat hikâyesidir bu. Macera dolu zamanlar geride kalmıştır artık; 93 yaşındaki ihtiyar genellikle arılar ve kendisine yardımcı olan hizmetçisinin oğlu ile vakit geçirmektedir. Bununla birlikte Holmes’u korkutan bir şey vardır; yaşının ilerlemesiyle geçmişi hatırlaması zorlaşıyordur. Bugüne kadar başkalarının sorunlarını tereyağından kıl çekercesine çözen Holmes, kendi sorunlarıyla karşı karşıya gelmenin zorluğunu yaşamaya başlamıştır.
Filmdeki olaylar yaşlı dedektifin, yıllarca önce ayrıldığı asistanı Dr. Watson’ın kendisiyle ilgili yazdığı kitaplardan birini okumasıyla başlıyor. Kitaptaki hikâyede geçen ilginç bir noktaya takılan Mr. Holmes, hikâyenin finalindeki yanlışlığı fark ediyor ve gerçekte yaşadığı olayın aslını hatırlamaya çalışıyor. Mr. Holmes, Dr. Watson’ın serinin tamamında gerçeğin dışında şeyler anlattığını zaten bilmektedir. Her ne kadar kendisini bu kurgu ürünü kahramandan olabildiğince uzak görse de, sözü edilen olayın mesleğini bırakmasına neden olmuş olması, onu bazı açılardan huzursuz eder. Başarıyla dolu bir kariyere sahip, hiçbir tespitinde yanılmayan birinin mesleği bırakmasına neden olan olay ne olabilir? Film tam da bu sorunun cevabını arıyor.
Dedektifin sosyo-psikolojik geçmişine dair birçok ipucu barındırıyor film. Nasıl bir kültürden geldiğini, o kültürün psikolojik temellerini ve bunların olayları değerlendirmedeki etkilerini ayrıntılı biçimde gözler önüne seriyor.
Senaryo açısından yeterince; meseleye hayli kapsamlı yaklaşan film, ne bir eksik bırakıyor ne de fazladan bir şey söylüyor. Birden çok zamanı anlatmak için tercih edilen çapraz kurgu filmin anlaşılmasına büyük katkı sağlıyor. Mr. Holmes’un hatırlamaları üzerinden yapılan geri dönüşler hikayeyi bilmeyenler için yeterli bilgiyi verirken, bu bağlamda serinin diğer filmlerinden ayrılıyor ve başlıbaşına bir yere oturuyor. Kurgu ve senayonun uyumu sayesinde grift bir yapıya bürünme tehlikesi yüksek olan hikayenin aktarımında bir sıkıntı yaşanmıyor. Ayrıca karakterlerin özellikleri ve altyapılarına gerekli özenin gösterilmesi de senaryonun güçlü yönlerinden biri olarak filmin yapısını destekliyor.
Filmin yönetmenliğini üstlenen Bill Codon, hikâyeyi öncesi ve sonrasıyla iyi bir biçimde harmanlayarak filme bambaşka bir boyut kazandırıyor. Heyecanlı ve gerilimli Sherlock Holmes filmlerine alışkın olanları ters köşeye yatıran bir film Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı. İlerleyen zamanla birlikte kendine kattıkları ve olgunlaşan düşünceleriyle daha ‘yetkin’ bir Holmes görüyoruz karşımızda. Bu algının oluşmasında Ian McKellen’ın performansı tabi ki göz ardı edilemez. Karaktere işlenen duygulara bir o kadar da kendisi duygu katan oyuncu, tecrübenin bir performansı ne denli etkileyebileceğini bir kez daha gösteriyor.