Kocaman şapkasının ardına gizlenmiş, ten rengi anlaşılır mı korkusuyla alışveriş yapan Irene (Tessa Thompson), soluklanmak için girdiği lüks otelin restoranında çocukluk arkadaşı Clare (Ruth Negga) ile karşılaşır. Irene’nin aksine Clare siyahi olduğunun anlaşılmasından en ufak bir korku duymamaktadır. Beyaz, ayrıcalıklı ve siyahilerden nefret eden bir adamla evlenmiş, kızı da beyaz tenli doğunca tüm sınavları geçmiş gibidir. Maddi gücünün de verdiği rahatlıkla hayatındaki herkesi beyaz olduğuna inandırmıştır. Irene ise sadece itilip kakılmadan hayatını sürdürmek ve insanca yaşamak için ten rengini saklar. Çünkü doktor kocasına, hizmetçi çalıştıracak kadar varlıklı olmasına rağmen bilir ki beyazlar onun aralarında olmasını hoş karşılamayacaktır.
Oyuncu olarak tanıdığımız Rebecca Hall’un Nella Larsen’ın romanından senaryolaştırıp yönettiği Siyah Beyaz / Passing, Sundance Film Festivali’nde övgüyle karşılanmıştı ve nihayet yapımcısı Netflix tarafından yaygın gösterime sunuldu. Romanın yazarı Nella Larsen 1891-1964 yılları arasında yaşamış ve bu romanı yazabilmek için 1920’lerde New Jersey’den Harlem’e taşınmış bir Chicagolu. Kocasının fizikçi oluşunu da göz önünde bulundurunca, yarattığı karakterlerin otobiyografik öğeler taşıdığını söylemek mümkün. Hemşire ve kütüphaneci olarak çalışan Larsen, 1928 ve 1929’da yazdığı iki romanıyla Amerikan modernizminin önemli figürlerinden biri olarak çağdaşlarınca tanınmış ve eserleri günümüze dek popülerliğini yitirmemiş. Rebecca Hall da Larsen gibi karışık kökenlere sahip bir sinemacı ve karakterlerin duygularını içten bir bakışla ele almayı başarmış, ilk yönetmenlik denemesinde doğru projeyle çıkagelmiş.
Yaşanan sıkışmışlığı sonuna kadar hissettirmek için 4:3 formatında siyah beyaz çekilen Siyah Beyaz, bir ilk film olmasına rağmen olgun ve hikâye anlatıcılığı başarılı.Filmin orijinal ismi olan Passing, siyahiler gibi ezilen toplulukların ya da azınlık grupların beyaz gibi davranıp ön yargı ve ayrımcılığa uğramadan yaşama çabasına işaret ediyor. Yıllar sonra karşılaşan okul arkadaşlarının ilişkisi de bu ayrımcılık, ten renginden utanma ve beyazlar arasına kabul temaları etrafında şekilleniyor. Yıllardır bir yalanı yaşayan Clare, Irene’ye duyduğu özlemi kendi topluluğunun aktivitelerine ve günlük yaşamına duyduğu özlemle harlayıp, içinde bir daha sönmeyecek bir yangın çıkarıyor. Özlediği ev yemekleri, danslar, partiler vs. derken sahte yaşamından kopup olması gereken yere hem fiziksel hem de kalben varmaya çabalıyor.
Siyah Beyaz ırk, cinsiyet, cinsel kimlik ve sınıf ayrımı üzerine kırılgan bir hikâye anlatıyor. İki kadının ilişkisinden doğan basınç suda halkalar oluşturup melez tenlerden simsiyahlara, aile kurumundan topluluk bilincine, ırkçılıktan sevgiye uzanıyor. Bakalım Rebecca Hall alnının akıyla çıktığı rüya projesinin ardından oyunculuğa mı dönecek yoksa kendisini kamera arkasında daha sık görebilecek miyiz?