Söz Kısa Filmcilerde röportaj serisinin 43. haftasından herkese merhaba. Ekim ayının gelmesiyle başlayan festival maratonuyla birçok yeni kısa film, festivallerde boy göstermeye başladı. Bu haftadan itibaren ise röportaj serimde sizlerle önümüzdeki bir yıl içinde festivallerde sık sık karşılaşacağımız kısa filmler ve yönetmenlerini buluşturacağım. Bugün ise bunun ilk adımı olacak ve 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’nü kazanan İkinci Gece filminin yönetmen, senarist ve kurgucusu Ali Tansu Turhan bizlerle olacak. Oyuncu kadrosunda Onur Ünsal, Damla Sönmez, Özgür Biber ve Ushan Çakır’ın yer aldığı İkinci Gece, doğum gününde “Karşına bir cin çıksa ne dilerdin?” sorusu üzerine aklını takan Veysel’in yaşadığı derin sorgulamalara odaklanıyor.
İkinci Gece ile altıncı kısa filmine imza atan Ali Tansu Turhan ile gerçekleştirdiğim bu keyifli röportajda filmi, hikayesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka noktaları da konuşma fırsatı buldum.
Herkese keyifli ve ilham veren okumalar.
Film hakkında konuşmadan önce ilk olarak sizi tanıyalım. Kimdir Ali Tansu Turhan?
1991’de Ankara’da doğdum. Üniversitede sinema-televizyon bölümünde eğitimime devam ederken sektörün her köşesinde irili ufaklı rol almaya başladım. Sinemadaki yolculuğumun on ikinci yılındayım. Sekiz yıldır da sadece kendi filmlerimle uğraşıyorum.
Filmin yazım, hazırlık, çekim ve post prodüksiyonu ne kadar sürede tamamlandı?
İkinci Gece rahat doğan bir proje oldu. Bir aylık hazırlık sürecinden sonra üç günlük sete girdik. Filmin biçimi gereği kurgusu zaten çekimler bittiğinde hazırdı. Post prodüksiyon süreci sancılı geçti. Bu sancının sebebi filmin birden çok yapımcısının olması ve her yapımcının farklı beklentilerinin oluşuydu. Tüm bu karmaşaya rağmen filmin özünü koruyabilmesinde çalıştığım post prodüksiyon şirketi Postbıyık’ın ve özellikle Sertaç Toksöz’ün katkısı büyüktür.
Film, dünya edebiyat tarihinin en usta yazarlarından biri Dostoyevski’nin Beyaz Geceler eserine dayanarak kuruyor altyapısını. Filmin yaratım ve hikayenin oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Beyaz Geceler’i tekrar okurken filmin sorusu birden aklıma düştü. Beyaz Geceler aklıma düşen sorunun cevabını içermekle birlikte bana önemli olanın soru sormak olduğunu hatırlattı. Kendiliğinden, kendi istekleriyle var olan bir film İkinci Gece. Hayattaki rolümle filmlerdeki rolümü aynı görüyorum, vesile olmak.
İkinci Gece’nin yapımcıları arasında filmde oyuncu olarak da izlediğimiz Damla Sönmez ve Ushan Çakır gibi iki önemli ismi görüyoruz. Adlarını duyurmuş oyuncu ve yönetmenlerin kısa film projelerine desteği nasıl buluyorsunuz? Sinemamız açısından yeterli mi yoksa daha alınması gereken yol var mı? Bir de kendileriyle yollarınızın nasıl kesiştiği ve sonraki sürecin işleyişinden kısaca bahsedebilir misiniz?
Destek diye tanımlanması filmlere, filmlerin üstlendiği dertlere haksızlık olur. Kısa filmlerin coğrafyamızdaki üretimi ne kadar zorsa, oyuncuların da hissedebildikleri filmlerde yer alabilmesi, üretimlerin sıradanlığı ve kısıtlılığı nedeniyle benzer zorlukta. Sinema için “yeterli” diye bir şey yoktur. Sürekli keşfetmek, sürekli anlatmak, sürekli düşünmek gerek. Ushan ve Damla ile zaten arkadaştık. Masaya hikâyeyi koyduğumda yolu beraber yürümeye karar verdik.
Film, ilk dakikasında itibaren kurmuş olduğu atmosferiyle alışılagelen hikaye anlatımına da farklı bir alternatif oluşturuyor. Tabii bunda “Karşına bir cin çıksa ve bir dilek hakkın olsa ne isterdin?” sorusunun yarattığı masalsı atmosfer de eklenince farklı bir yöne kayıyor anlatım. Filmin kendi içinde oluşturduğu bu evrenin yaratım süreci size ne gibi sorumluluklar yükledi?
Sorumluluk yanlış bir kelime bence. Aklınıza bir hikâye gelir, hissedersiniz, hikâyeyi anlatabilmek için neleri yapmanız gerektiğini düşünürsünüz ve yapılması gerekenleri yapmak için imkânlarınız doğrultusunda planlar yaparsınız. Sanatçının yaratıcılığı, sadece senaryo üzerinde değil filmi var etme sürecinde de en önemli pratiğidir.
Filminiz bir aşk filmi olmasının ötesinde, özünde bireylerin iletişim eksikliğini sorgulayan bir yapıya da sahip. Günümüz modern dünyasının en büyük problemlerinden biri olan ve birçok sorunun başlıca kaynağı “iletişimsizlik” olgusuna nasıl geldik ve bundan neden kurtulamıyoruz?
Anlatmak istiyoruz. Anlaşılmadığımızı hissediyoruz. Niyetimiz iletişim kurmak olmasına rağmen dinlemeyi atlıyoruz. Dinleme pratiğinin eksik kaldığı temaslarda iletişim ya eksik olur ya yanlış.
Filmde ekranda ve sahnede görmeye alışkın olduğumuz çok değerli oyuncular var. Bu isimlerle bir kısa filmde çalışmanın ve ortaya dikkate değer bir iş çıkarmanın baskısını yaşadınız mı hiç?
Filmin kısası uzunu yoktur. Film filmdir, dert derttir, karakter karakterdir. Baskı, üçüncü kişilerin insana hissettirdiği bir duygu. Ben baskının üretim sürecinde hissettirdiği stresten bahsedeyim. Stres hayatın her noktasında mevcut. Eleştiri gibi, tek yönlü ve eksik anlaşılan bir kavram olduğunu düşünüyorum. Stres her an hazır kıta olmamı sağlıyor. Yeter ki güven duygusuyla iyi bir denge içinde olsun.
Hikayenin kendisi karanlık ve dingin atmosferi ile de seyirci üzerinde bir üstünlük kurarak hikayenin içine kolayca dahil ediyor. Bu anlamda sanat yönetimi anlamında dikkat ettiğiniz noktalar neler oldu?
Seyirciye üstünlük kurmak gibi bir amacımız yoktu. Seyirciyi içinde bulunduğu bayat gerçeklikten kısa bir süreliğine de olsa masalsı bir atmosferin içine almak istiyorduk. Masallar çoğu insanın çocukluğunda karşılaştığı ilk anlatı biçimidir. Çocukken mutlu olmamızı sağlayan şeylerden biri de belki masallardır. Sanat yönetmenim Deniz Eslek’le birlikte içinde bulunmak istediğimiz masalı gözler önüne sermeye çalıştık.
Bu yıl “İkinci Gece” ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Kısa Film Yarışması’na, “Diyalog” ile de yine aynı festivalde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na seçildiniz. Pek sık rastlama olanağı bulmadığımız bu durumun hikayesini de dinlemek isteriz sizden.
İkinci Gece’yi bir çocuk olarak ele alırsam, rahat doğduğunu ama zor bir çocukluk dönemi geçirdiğini söyleyebilirim. Birçok olumsuz geri dönüşten ve proje ekibi içindeki ihtilaflardan zarar görmesi çok olasıydı. Akrabaları, çevresi, gittiği okullar talihsizdi, diyebilirim. Fakat önceki sorularda da bahsettiğiniz gibi İkinci Gece kendi gerçekliğini tüm yolculuğunda herkese ve her şeye rağmen gerçekleştirmeyi başardı. Ben dahil. Ve bu yıl Antalya’da Diyalog’la birlikte seyirci karşısına çıkması bana anlatmak istediğimiz masallar gibi hissettiriyor.
Filmde karakterin düşündüğü soruyu bu röportajımızda size yöneltmek isterim. Karşınıza bir cin çıksa ve bir dilek hakkınız olsa ne isterdiniz?
Yaşadığım çağa sağır ve kör kalabilmek isterdim.
Dünya sinemasına baktığımızda kısa filmlere uzun metraj filmler kadar değer verildiğini görüyoruz. Nitekim Safdie Kardeşler, Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos, David Lynch ve Pedro Almodóvar gibi usta isimler kısa filmler de üretiyorlar. Bizim sinemamızda ise kısa filmlere daha çok uzun metraj çekmeden önce bir sıçrama tahtası olarak bakılıyor fakat son yıllarda bu durum değişmekte. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Aynı cevabı vereceğim. Filmin kısası uzunu yoktur. Bu sınırlamalar tamamen ekonomik dinamiklerden oluşuyor. Dert derttir, film filmdir.
Diyalog isimli filminizle ilk uzun metrajınıza imza attınız kısa süre önce. Kariyerinizin bundan sonraki yıllarında tekrardan kısa metrajlar çekmeyi düşünüyor musunuz?
Aklıma gelen, anlatmak istediğim hikâye benden ne kadar zaman istiyorsa o zaman içinde anlatmaya çalışıyorum. Bazen tek nefeste, tek bir cümleyi anlatmak için kurduğum hayaller uzun uzadıya konuşmaktan daha çok heyecanlandırıyor beni. İkinci Gece altıncı kısa filmim. Belli ki nefes alma ihtiyacı hiç bitmeyecek.