Bakur Belgeseli Tartışmalarına Dair Açıklama

34. İstanbul Uluslararası Film Festivali kapsamında gösterimi gerçekleştirilmeyen ve yönetmenliğini Çayan Demirel ile Ertuğrul Mavioğlu’nun yaptığı Bakur adlı belgesel etrafında yoğun bir tartışma yaşanıyor. Ankara Film Festivali’ni de etkilediği aşikar olan bu tartışmalar bugün gerçekleştirilen yürüyüşle devam etti ve ileriki süre zarfında da devam edeceğe benziyor. Sektörden dostlarımız ve okurlarımız telefon, e-mail ve mesaj yoluyla bizlere ulaşıp hemen her kesimden ivedi biçimde tepkilerin sergilendiğini hatırlatarak Film Arası’nın da konuyla ilgili görüşlerini dile getirip getirmeyeceğini sordular. Yalnızca sinema alanında değil pek çok önemli olayda olduğu gibi ülkemizde gelişmeler karşısında sergilenen peşin hükümlü tepkilerin verdiği zararlar konusunda yeterince tecrübe edindik. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak Bakur belgeseli etrafında yaşanan tartışmayı serinkanlılıkla izleyerek, tarafların açıklamalar, öne sürdükleri argümanlar, kısa süre içinde netleşen bazı ayrıntı ve gelişmeleri de değerlendirerek aşağıda belirtilen hususlara dair görüşlerimizi okurlarımız başta olmak üzere kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

BİR

Öncelikle belirtmek isteriz ki ülkemizin yakın tarihinde yaşanan muhtelif acı olayların toplumda kamplaşmalara neden olduğu açıktır. Ancak genelde sanat ve özelde de sinemanın üst bir bakışla karşılıklı iletişim ve empatiyi öne çıkarması gerektiğine olan inancımızdan dolayı bazı çevrelerin kamplaşma sürecine katkı anlamına gelebilecek peşin hüküm ve yargılara kapılmasını derin bir üzüntüyle karşılıyoruz. Teknoloji ve iletişimin bu denli geliştiği bir çağda, muhatapları dinlemeden, klasik deyimle sürü psikolojiyle hareket edilerek oluşturulan karalama ortamının en başta tarafların kendilerine zarar vereceğine inanıyoruz. Yönetmenlerin filmlerini festivallerden çekme alışkanlıkları, gösterim ve programların iptalini sağlamaları sansüre uğradığını iddia ettikleri taraflara değil festivallere ve dolayısıyla sinemaya zarar verir.

İKİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı arasında yaşanan ve ardından sinema dernek, vakıf ve oluşumlarının da dahil olduğu tartışma ortamında bilgi kirliliği, karşılıklı ağır suçlamalar ve niyet okumalarla diyalog zemini kaybedilerek kısır bir tartışmanın içine girildi. Konunun ilk muhataplarının karşılıklı açıklamaları iki tarafın krizi yönetebileceği gerçeğini hatırlatırken, İKSV’nin apar topar düzenlediği toplantı ve diğer bazı yönetmenlerin filmlerini festivalden çekme kararı alması, 34 yıldır düzenlenen ve Film Arası Dergisi olarak her platformda örnek gösterdiğimiz İstanbul Film Festivali’nin prestijine büyük zarar verdi. Gelinen noktada söz konusu tavırlar sorunu çözmediği gibi, çok basit sorunlar ‘itina ile’ büyütülerek krizlere dönüştürülerek geçtiğimiz yıl Altın Portakal Film Festivali örneğinde olduğu gibi, büyük fedakârlık ve çabalarla bu noktalara getirilen saygın festivaller kavgalara kurban edildi.

ÜÇ

Yaşanan sürece gelince; Tartışmanın fitilini ateşleyen Bakur adlı belgeselin festivale katılması ile ilgili ciddi bir hatanın olduğu ortadadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından festivallerde yapılacak gösterimler için Kayıt Tescil Belgesi istendiği halde, İKSV’nin bu belgeye sahip olmayan film/belgeselleri programına alması bizce büyük bir sorumsuzluk örneğidir. 34 yıldır düzenlenen ve uluslararası boyutu olan İstanbul Film Festivali yönetiminin Bakanlığın bu belgeyi şart koşmasına rağmen Bakur ve diğer eserleri programa alması sorumsuzluktan başka neyle açıklanabilir? Aşağıda ayrıca ifade edeceğimiz üzere, Kayıt Tescil Belgesi gerekli/haklı bir uygulama olmayabilir. Ancak bu denli saygın bir festivalin yasa ve yönetmelikleri hiçe sayarak var olan bir uygulamayı görmezden gelip filmleri programa alması ciddiyetsiz olduğu kadar iyi niyet taşımayan bir tavırdır. Kayıt Tescil Belgesi’nin varlığını festival öncesinde güçlü biçimde tartışmak veya en azından festival başlamadan önce kamuoyuna çağrıda bulunarak bu noktada (haklı) bir hassasiyet oluşturmak yerine, mevcut yasal zemini yok sayıp kural dışı bir gösterimi yaptıktan sonra bu yanlışı sansür etrafında bir kavgaya sürüklemek İKSV’nin farklı bazı kaygılar güttüğünün açık bir göstergesidir. Sinema Genel Müdürlüğü’nün yazı ve telefonla söz konusu belgeselin tescil belgesi sürecinin festival bitmeden yetiştirilebileceği destek ve taahhüdünü kamuoyundan gizleyen İKSV çözümsüzlükten yana tavrını pekiştirmiştir.

DÖRT

Bakur isimli belgeselin yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu’nun, muhtelif medya organlarına verdiği röportajlarda Bakanlığın istediği Kayıt Tescil Belgesi için başvurmadığını ve başvurmayı da düşünmediğini açıkça dile getirmesi ayrı bir sorun teşkil ediyor. Mevcut yasal düzenlemeleri kamuoyunda tartışmak, bu noktada bir duyarlılık oluşturmak yerine hukuksuz bir biçimde filmini festivale dahil edip, ardından yaşanan sorunları tek bir tarafa yüklemek sorumluluk sahibi bir sinemacının tavrı değildir. Belgenin hakkaniyet içermediği tartışılabilir ancak mevcut yasal bir uygulamayı delmeye çalışmak bizce iyi niyetle izah edilmeyecek bir davranıştır.

BEŞ

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sinema Genel Müdürlüğü’nün konuyla ilgili tavır ve tutumları tartışılmalıdır. Bu tür tartışmalarda Bakanlık ve Sinema Genel Müdürlüğü tarafından kamuoyuna ivedi ve net açıklamalar yapılmalıdır. Ayrıntı içermeyen, tarafların kafasındaki soru işaretlerini gidermeyen ve sektörel izahlar yerine siyasi, bürokratik argümanlar üzerine inşa edilen açıklamalar konunun anlaşılmasına yarar sağlamadığı gibi zihinlerdeki klasik devlet refleksini pekiştirmekten öteye geçmiyor. Bakanlığın açıklaması gereken nokta Bakur adlı belgeselin içeriği değil, kabul ve gösteriminin mevcut uygulamalara uygun olup olmadığıdır. Aksi taktirde her yönetim kendi anlayışı çerçevesinde oluşturacağı hassasiyetle belgesel ve yapımların içeriğine müdahale hakkı bulacak, bu da sinemacıların özgürlük alanını kısıtlayacağı gibi ülkemizin geride bıraktığı sansür olgusunun yeniden dirilmesine yol açacaktır. Film ve belgesellerin içeriği, Kültür ve Turizm Bakanlığı veya Sinema Genel Müdürlüğü bürokratlarının çizeceği çerçeve ve direktiflere hapsedilemez, hapsedilmemelidir.

ALTI

Ülkemizde son yıllarda düşünce ve ifade özgürlüğü alanında önemli mesafeler kaydedildi. Bu noktada sinema alanında da üretim yolundaki yasak ve sınırlandırmaları ortadan kaldırmak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncelikli hedeflerinden biri olmalıdır. Elbette ki her ülkenin kendine özgü değerleri vardır ve sinemacılar da herkes kadar bu değerler konusunda hassas davranmak, bu ülkenin yasal koşullarına uymak zorundadır. Ancak bununla birlikte birey ve sanatçıların üretim ve düşünce özgürlüğünün önemine inanıyor ve Kültür Bakanlığı’nın bu noktada atacağı adım ve yapacağı uygulamalarda tavrını sinemacıların üretim ve ifade özgürlüğünden yana kullanması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, yasak veya sınırlandırmaları sağlayan yönetmelik, yasa ve uygulamaları yeniden gözden geçirilmeli, bu yönetmelik, yasa veya uygulamalarda filmlerin üretim, dağıtım ve gösterimini kolaylaştırmalı, özellikle de yasal sınırlandırmaları açık, net ve anlaşılır biçimde yeniden düzenlenmelidir. Bu süreçte sinema dernek, vakıf, sendika ve oluşumların katılımını mutlak surette sağlamalıdır. Sinemacıların etkin biçimde yer almayacağı her türlü yasa ve uygulamanın büyük sorunlara yol açacağı asla göz ardı edilmemelidir.

YEDİ

Film festivalleri ülkemiz sinema sektörünün can damarları haline gelen önemli sinema ortamlarıdır. Birer motivasyon kaynağı olan festivaller filmlerin seyirciye ulaşması noktasında da hayati öneme sahiptir. Yılda çekilen film sayısının 100’ü aştığı bu dönemde, vizyon şansı bulamayan pek çok yapım festivaller aracılığıyla seyirciye ulaşabiliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu gerçekleri göz önünde bulundurularak festivallere her zamankinden daha fazla sahip çıkması ve festival ortamlarının en verimli biçimde geçmesi için ön ayak olması gerekir. Bu noktada maddi destekler bir yana, sinemacılar için korkulu rüya haline gelen Kayıt Tescil Belgesi’nin mutlak surette kaldırılması veya çoğu maddi imkansızlıklarla boğuşan bağımsız sinemacılar için kolaylaştırılması kaçınılmaz hal almıştır. Filmlerin yapım aşamasında bin bir zorlukla mücadele eden sinemacıların festivallere katılabilmek için bir dizi yasal mevzuatla boğuşması kimseye yarar sağlamadığı gibi, ülke sinemasının gelişmesi önünde de ciddi bir engeldir.

SEKİZ

Dünya çapında çeşitli başarılar elde eden Türkiye sinemasının bu başarılarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın büyük katkıları var. Ödül ve övgülere layık görülen filmlerin neredeyse tamamı Bakanlığın verdiği destek ve katkılarla çekildi. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yalnızca para desteği ile sinemanın sorunlarını çözebileceği tavrından vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye sinema sektörünün yasal düzenlemelerden dağıtım ve sosyal haklara kadar sayısız sorunu var ve bu sorunların büyük bir kısmı ancak Bakanlık inisiyatifiyle çözülebilecek ölçekte sorunlardır. Dolayısıyla Kültür ve Bakanlığı’nın ivedi biçimde inisiyatifi ele alarak bu sorunların çözümünde öncü rol üstlenmesi gerekir. Bu rolün bürokratik veya devlet refleksleri ile olmayacağı da açıktır. Bu noktada Bakanlığın sinema sektörünü oluşturan tüm aktör ve oluşumların katılımıyla geniş konseptli bir iletişim ortamı oluşturması bizce elzemdir.

DOKUZ

Bakur belgeseli etrafında yaşanan tartışmalarda, çeşitli sinema dernek ve örgütlerinin meselenin çıkmaza sürüklenmesi noktasında önemli çabalar sarf etmesini üzüntüyle karşılıyoruz. Çoğu kapısında tabela asmaktan ibaret olan söz konusu dernekler, aylık toplantılarını yapmak için bir araya getiremedikleri üyelerinden yıllık aidatları bile toplayamaz durumdadır. Büyük çoğunluğu ayda bir iki günlüğüne toplanıp sinema etkinliği yapmaya dahi vakit bulamazken, en küçük bir sorunda örgütlenerek sokak eylemleri yapmalarını makul ve samimi bulmuyoruz. Onca soruna kafa yormayı bırakın en basit bir makul sektörel girişim ve adımı dahi desteklemeyen, her biri onlarca yıldır faaliyette olan dernek, sendika ve oluşumların sinema adına hangi sorunun çözümüne katkıda bulunduğunu sormak en doğal hakkımızdır.

ON

Sinemacıların kendilerini ifade etme alanları sokaklar değil, salonlardır, perdedir. Sinemacı ülkesine, dünyaya, hayata karşı duruş, eleştiri, görüş ve önerilerini sokakta değil filminde, belgeselinde, gerektiğinde sinema yazıları ve dergilerinde dile getirir. Sokaklar kendini ifade etme alanı bulamayan kitleler için en demokratik alanlardır. Oyuncunun, senaristin, yönetmenin kendini ifade etme yeri sanatını icra ettiği ortam ve mecralardır. Zaten onu farklı kılan da budur. Bazı sinemacı dostlarımızın geçmişten gelen sokak reflekslerini sürdürmek istedikleri anlaşılabilir bir durumdur. Ancak yaşanan bazı sorunların çözümünü sokaklarda buluşup slogan atmak yerine konunun muhataplarını daha makul yollarla çözüme zorlamakta aramalılar. Kamuoyunu geleneksel ideolojik söylem ve tepkilerle değil her kesime hitap edebilecek tutarlı, makul söylemlerle bilinçlendirmek ve onları sorununun çözümü noktasında inisiyatif almaya davet etmek bizce en uygun tavırdır. Bununla birlikte oyuncularımızdan set işçileri başta olmak üzere, ezilen meslektaşlarının sorunları konusunda da benzer duyarlılıklar göstermesini arzu ediyoruz. Elbette ki birkaç günlük sokak mesaisi ile değil, kalıcı çözümler sağlanması için daha fedakar ve radikal girişimlerde bulunarak..

Saygılarımızla
FİLM ARASI DERGİSİ

Ağustos 2010’da yayın hayatına başlayan aylık sinema dergisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir