Yetmişli yılların ikinci yarısından itibaren sinemada, sonrasında ise sinema ile birlikte video kaset piyasası ile televizyon ekranlarında camı çerçeveyi kırarcasına takip edilir hale gelen arabesk türü yapımların günümüzde tümden ortadan kalktığını söylemek oldukça iddialı olur. Zira bugünün arabeski televizyon dizilerinde yaşamakta ve farklı enstrümanlar ile birlikte varlığını hissettirmekte. Konunun evveliyatı aslında çok eskiye dayanıyor. Kerime Nadir ve Kemalettin Tuğcu romanlarından uyarlanan ağır melodramlar, Mısır ve Hindistan’dan ithal edilen benzer içerikli filmler, arabesk türü yapımların belirgin bir tür olarak boy gösterişinden hayli zaman önce yerli izleyici nezdinde ilgi gören yapımlar oldu. Sinema salonlarında gözyaşı döktürme seansları yaşatan filmlere karşı hasıl olan yüksek rağbet, anlık olarak kendi dert dolu yaşantılarımızdan uzaklaşma girişimi, derdimize bir ortak bulmuş olma hissiyatı, çaresizlik dolu bir yaşantının patlama noktası veya çok daha farklı nedenlerle açıklanabilir. Fakat açıklanmaya muhtaç olmayan bir husus var ki, o da yapımcıların duygu sömürüsünü iliklere kadar hissettiren yapımları bugün dahi izleyiciye iştahla sunmaları.
Geçmişin ağdalı melodilerinden yükselen feryatların yerini kadınların, çocukların şiddete ve bunalıma dayalı çığlıkları, mahallelinin dayanılmaz eziyetlerinin yerini şirket entrikaları ve fitne dolu sosyal çevre aldı. Öznenin akla hayale gelmez çilesi ise yine aynı. Nicelik olarak da, üç saatlik bölüm süreleri ile de iyice çığrından çıkan duygu sömürüsü odaklı televizyon dizilerinin, içinde bulunduğumuz pandemi sürecinin psikolojik etkileri ile birleştiğinde yaşattığı travmanın etkisi yeterince tartışılmıyor.Pandemi sürecinden önce de tam gaz devam eden böylesi yapımların insanın ilkel dürtülerini kolayca provoke eden dili, öykü işlemede de kolaycı bir şeklin kapısını aralıyor. Estetik duygudan yoksun olduğu halde dekoratif illüzyon ile eksikliği kapatılmaya çalışılarak sunulan duygu sömürüsü yüklü yapımların münferit varlığından ziyade salgın haline gelişi esas mesele. Sinemamızda popüler filmlerin sulu komediler ve gözyaşı dramları şeklinde kabaca ikiye ayrıldığı günümüzde mizah olarak pazarlanan dizilerin zayıf içerikler ve karikatür tadındaki karakterler nedeniyleetki gücünden uzak kalışı, gözyaşı dramları şeklinde neredeyse tek kutuplu bir düzen kuruyor televizyon ekranlarında. Dijital platformlarda yayınlanan yerli dizilerin tür olarak televizyon ekranına göre çok daha çeşitli olmasına karşın bugün dahi televizyonun etki gücünün genel kitle için açık ara yüksek oluşu, durumu değiştirmiyor.
Zengin bir hayal dünyasının seyir zevki yüksek ürünleri olması gereken yapımların alışılageldik soslar ve baharatlar eşliğinde servis edilmesi, maddi kaygıları yüceltmekten başka bir sonuç vermedi. Cebini düşünen tüccar mantalitesi, sektöre estetik hassasiyet katması beklenen kişilerin gayretlerine de gölge düşürüyor. Her yapımın mükemmel olması beklenemez ve böylesi bir dayatma da doğru olmaz. Estetiği odak noktasına almayan yapımlar hep var olmuştur ve olacaktır. Fakat nicelik ile nitelik arasındaki orantının sapmaya başlaması ile birlikte gözyaşı salgınını kalıcı bir hastalık haline gelme tehlikesini beraberinde getirecek ve geçmişte yaşanan benzer durumlar gibi ciddi bir kırılmaya sebebiyet verecektir.
Zeka ve estetiği bir araya getirecek öykülerin, kalıcı reflekslerin ve sektörel zorlamaların cenderesinde kalması endişesini aşmak için idealist davranmak elzem. Hayal gücünü meyve verdirecek kıvamda terbiye edememiş zihinler ile birlikte sürekli şikayet ettikleri halde elini taşın altına koymaktan çekinenlerin arasından sıyrılacak mahir kalemlerden süzülecek nitelikli ürünlerin tüm bilinenleri unutturacak cinsten güçlü hamleler var olmadıkça bu kısır döngüyü besleyecek ürünler de ne yazık ki tüm hızı ile var olmaya devam edeceklerdir.