Zamanın ruhu gösteriyor ki meseleler karşısında ne kadar 2021 yılında olsak da pek fazla mesafe alamamışız. Çeşitli örnekler verilebilir hatta örnekler yelpazesi sunulabilir. Ama yazının ekseni bir dizi etrafında olacağından öteki kavramının her daim kendini diri tutması diyebiliriz. Amazon Prime’da birkaç gün önce yayınlanan Underground Railroad adlı dizi adından sıkça söz ettiriyor. Colson Whitehead ‘ın aynı adlı kitabının uyarlaması olan dizi ırkçılığın boyutlarını bir yeraltı demiryolu üzerinden anlatıyor. Whitehead’ın Yeraltı Demiryolu ile edebiyat dünyasının prestijli ödülü Pulitzer’ı kazandığını da eklemek isterim.
Dizinin yönetmen koltuğunda 89. Oscar Ödüllerinde Moonlight ile En İyi Film Ödülü’nü kazanan Barry Jenkis oturuyor. Jenkis romanın atmosferini, kurduğu dünyayı ilmek ilmek dizide örerek finale getiriyor. Peki kimin hikayesini anlatıyor? Pamuk plantasyonunda köle olan Cora’nın hikayesi anlatılıyor. Cora ekseninde ırkçılığın boyutlarının nelere vardığını ve varabileceğini anlatıyor. Yeraltı Demiryolu ile ABD’nin bir ucundan bir ucuna giden, gitmek durumunda kalan Cora, her yeni eyaletle bambaşka sorunlar ve sorularla karşılıyor. Ama her daim özgür olmanın, olmak istemenin bedeli nedir ve annem beni neden, nasıl bıraktı soruları peşinden geliyor.
İncelemeye geçmeden önce kadroda kimler var derseniz; Thuso Mbedu (Cora), Joel Edgarton (Ridgeway), Aaron Pierre (Caesar) ve William Jackson Harper ( Royal) olmak üzere birçok isim yer alıyor. Thuso Mbedu genç bir oyuncu Cora rolündeki performansıyla yolu bahtı açık görünüyor.
Haydi o zaman incelemeye geçelim ve buradan itibaren diziyle ilgili spoiler içereceğini belirteyim.
Kaçmak duygusunu ne uyandırır? Şöyle sorsak daha doğru olur o duyguyu eyleme geçirmeye yetecek olan nedir? Cora için yediği kırbaçlar ve ailesinin kadınlarından miras olan bahçenin elinden alınmasıydı. Ama ona bunu düşündürten Caeser’di. Cora kaçmak düşüncesinden hep kaçmıştı. Annesinin bile terk ettiği bir kız olarak ne yapabilirdi ki? Yerinde durmalı ve plantasyonda ölmeye devam etmeliydi. Ama Caeser ona bunun dışından bir şeylerin olma ihtimalini verdi. Giderken yanına aldığı bahçesinin tohumlarıydı. Ama yeni dünyaya Georgia’da bulunan yeraltı demiryoluna giderken hep peşinden geleceği bir şey olur. Köle avcılarından kaçmaya çalışırken, kendini savunurken genç bir beyazı öldürür, Cora. Kaçak bir siyah köle olmanın yanına beyaz birini öldüren sıfatı da eklenir.
Geçmiş hep saklanması gerekendir. İlk durak Güney Karolina’dır. Siyahların kaldığı yurtlar vardır. Çalışıp para kazanabiliyor, kutlamalar yaplıyor ve danslar ediliyordur. Caeser ve Cora mutlulardır, yeni bir yola gitmeyi düşünmezler. Ama onların bu dünyasını bozan bazı şeyler vardır. Hep aklını kullanmak isteyen Ceaser bunu fark eder. Siyah kadınlar kısırlaştırılıyor, siyah erkeklere frengi testleri yapılıyordur. Bütün o düzen ve nizamın ardında bir ırk düzenlemesi yatıyordur. Irkçılığın ve köleliğin bir başka yüzünü gördükleri zaman geçmişlerini bütün hikaye boyunca hortlatan olacak köle avcısı Ridgeway ve yardımcı Homer kendini gösterir. İçselleşmiş o kaçma korkusu kendini gösterir ve yeraltı demiryoluna varır Cora, Caeser ise geride kalır.
Yeni rotaya yeraltı demiryoluna bindiğinde bilmiyordur. Makinist onu indirir ve Kuzey Karolina’nın sorumlusunu bekler. Sorumlu onun kendisiyle gelmesini istemez ama Cora itiraz eder ve onunla eve doğru yolculuğu başlar. Kuzey Karolina’da siyahilerin köle olarak bile bulunması yasaktır. Onları saklamak ölümcül bir suçtur. Saklandığı tavan arasında küçük bir kızda vardır. Ses çıkarmadan orada yaşamalıdırlar. Siyahi kölelerin yapacağı, yaptığı hizmet işlerini İrlandalılar yapıyordur. Görüldüğü üzere beyazlar kendilerinin efendiliğini ten rengi değişse de devam ettirmek konusunda ısrarcıdırlar. Topluluk içinde farklı olan kendini gösterir, hissettirir. Cora’nın kaldığı ev sahipleri için bu durumda söz konusudur. Geçmişin hayaleti Ridgeway ortaya çıktığında İrlandalı hizmetçi ev sahibeleri için son taşı atar. Cora küçük kızı korumak için ortaya çıkar ve Ridgeway ile gider. İrlandalı hizmetçinin beyaz efendisine duyduğu öfkeyle, dışlanmanın hırsıyla evi ateşe verir. O küçük kıza ne olmuştur. Cora yine giderken arkasında birini bırakmıştır.
Jenkins sadece Cora’nın hikayesini anlatmaz. Irkçılığın temellerindeki kodları farklı açılardan karakterlerin hayat hikayeleriyle gösterir. Ridgeway’in babası kölelik karşıtı birisidir. Büyük Ruh’a inanmakta ve özgür siyahileri çalıştırmaktadır. Ridgeway babasının onun dışında, ondan farklı olanlara gösterdiği ihtimamı kıskanır. Kıskançlığını büyük ruhu görememek olarak yorumlar. Gücü, korkulan olmayı ister aslında ve köle avcısı olur. Cora’nın annesi Mabel’in başarılı kaçışı dışında elinden kaçan bir köle yoktur. Cora’ya olan takıntısının sebebi budur. Annesi gibi o da kaçamayacaktır.Yıllar sonra ölüm döşeğindeki baba için dönülen Tenessee’de Ridgeway geçmişiyle yüz yüze gelir. Diğer yandan Cora’ya kaçtıktan sonra olanların, Ceaser’e ne olduğunun haberlerini verir. Ridgeway köle avcılığıyla kendini temizliyordur kendince. Küçük yardımcısı siyah Homer’a da bir parantez açmak gerekir. İkisi arasındaki baba-oğul, efendi-köle ilişkisinin boyutu bambaşka boyuttadır. Homer ırkçılığı içselleştirmiştir. Efendi Ridgeway ile baba ilişkisi kurmuştur. Onun için yaptıklarının sınırı yoktur.
Tenessee’de kölelik bulunmamaktadır. Siyahlar özgür bireyler olarak yaşarlar. Yeni bir yeraltı demiryolu durağı vardır diyebiliriz. O durağı bilen özgür siyahlardan bir grup Cora’yı kurtarır. Cora ilk defa şık, kendine has bir güzelliği olan bir yeraltı demiryolu durağıyla karşı karşıyadır. Durağın rotası Indiana’dır. Onu kurtaranlardan Royal, Cora’yı Indiana’da siyahilerin yönettiği Valentine Çiftliğine götürür. Çiftlikte gerçek bir özgürlük vardır. Daha önceki tecrübelerinden dolayı Cora herkese ve her şeye karşı mesafelidir. Korkusu hep onunla, yanı başındadır. Royal onun duvarlarını aşmaya ve güvenini kazanmaya çalışır. Sevdiklerini her güvendiğinde yitiren, peşinde ısrarlı bir köle avcısı varken bu mümkün müdür? Aslında Cora için her seferinde ne için yaşıyorum, yaşamalıyım sorusu vardır. O soruya anlamlı bir cevabı olması için, çiftlik toplantısında hikayesini ve beyaz birini öldürdüğünü anlatır. Şarap üretiminde ileri olan bir siyahi çiftliği görene kadar nasıl Cora için bir hayal ise beyazlar içinde varlığı o kadar rahatsız edici bir noktadır. Normal olmak, özgür olmak, tutsak olmamak, kendine ait dünyan ve hayallerin olması aslında insan olmak siyahlar için hep bir lütuf olduğu algısı dizinin her bölümünde bambaşka yüzlerde kendini gösterir.
Cora tam yeniden başladığında yeniden yitirir sevdiği Royal’i ve huzuru. Kendini bir yangının ortasında bulur, aynı evi paylaştığı kadının kızıyla birbirlerine sarılır ve yeraltı demiryoluna doğru giderler. Çıktıkları yerde bir yerleşim bulunmamaktadır. Cora uzun zamandır onunla olan tohumları ağacın dibine eker. Kız etrafta dolanırken bir at arabası gelir. Cora tedirgindir. Sorar ona ‘İyi biri misin?’ diye adam evet der. At arabasına binerler ve yeni bir yolculuk mu başlıyor demek doğru yoksa yeni bir kaçış mı o bizlere kalmış. Cora, annesinin neden kaçtığını hep düşünürken biz son bölümde Mabel’in kaderini öğreniriz. Aslında tamamen kurtulmanın bedelini öğreniriz bir nevi. İncelememde diziyle ilgili sürpizleri bozmuş olsam da bu konuda vermek istemiyorum. Sadece Mabel’in hikayesinde her kadının hissettiği yaşananlar karşısında hissettiği çaresizliği göreceksiniz diyebilirim.
Hikayenin güçlülüğü sinematografinin kalitesiyle birleşince kolay kolay unutulmayacak bir dizi ortaya çıkıyor. Cora’nın hikayesi bir kahramanlık, başarı için anlatılmıyor.Halen devam eden farklı tezahürleri olan bir düşünce sisteminin köklerini ortaya koyuyor. O düşünce sisteminin en yakın örneği 2020 yılında ABD’de yaşanan George Floyd cinayeti ve sonrasında ortaya çıkan protestolardır. Bakışların insan üzerindeki gücünü de her bir ögede ekliyor. Bakan olmak ile bakılan olmak orasındaki o çizgiyi her yenilen anda ya da her mutlu olunan anda ortaya çıkıyor.