Festivallerin online olarak gerçekleştiği ya da ertelendiği 2020 yılında, online gösterimlerde adı bir adım öne çıkan Mimaroğlu belgeseli geçtiğimiz günlerde Mubi Türkiye’de yayınlandı. Festival dönemi kaçırdığım bu belgeseli Mubi’de izledikten sonra aklıma bir yığın soru üşüştü. Sorularıma büyük bir hayranlık da eşlik etti. Sonrasında ise belgeselin yönetmeni Serdar Kökçeoğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Mimaroğlu belgeseli elektronik müzik bestecisi ve yazar olan İlhan Mimaroğlu ile eşi Güngör Hanım’ın hayatından kesitler sunuyor. Sunulan kesitlerin çoğunluğunu İlhan Bey’in kişisel arşivi oluşturuyor. Bu yönüyle Serdar Kökçeoğlu deneysel bir işe imza atıyor.
Keyifli okumalar…
- 2020 yılının en çok konuşulan “Mimaroğlu” belgeseline dair konuşmadan önce sizi biraz tanıyalım. Kimdir Serdar Kökçeoğlu?
Uzun yıllar sinemayla ilgili yayın ve platformlarda çalıştım. Pek çok yayında sinema, bazen eski Radikal gazetesi ve Kargamecmua gibi yerlerde müzik üzerine yazılar yazdım. Son yıllarda ilgim ve araştırmalarım daha çok kısa filme kaydı. Uzun süre İKSV İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışma’sında önseçici kurulda yer aldım. Türkiye’de üretilen filmler söz konusu olduğunda son yıllarda kısa film ve belgesel beni en çok heyecanlandıran alanlar. Bir yandan da sinema okulundan beri elektronik müzikle çok ilgiliyim. Ama o da benim için bir araştırma alanı gibi. Müzik hem geçmişe dönük bir arkeoloji yaptığım hem de yeni olanı aradığım için, olanı biteni yakından takip ettiğim bir alan. Müzik ve ses alanında bireysel üretim dışında sergiler de yaptım. 2015 yılında sinemaya dair birikimimi müziğe olan ilgimle buluşturup filmler yapmaya karar verdim. 2017 yılında Mimaroğlu belgeseli için yola çıktık.
- İlhan Mimaroğlu ile yolunuz nasıl kesişti?
Doksanların sonunda İzmir’de yaşarken kitaplarını keşfettim. Ama o dönemde internet öncesi, müziğine ulaşmam kolay değildi. Önce yazılarını, sonra müziğini keşfettim, hakkında hikayeler dinledim. Amerika’daki tarihi serüveni ilgimi çekiyordu. ‘Tract’ gibi albümlerini önemli buluyordum. Çift kültürlü, içinde hem Amerikan stüdyolarından sesler hem Nazım Hikmet şiirleri olan politik kolajlardı bunlar. Hiç tanışma imkânım olmadı. 2012 yılında hayata veda ettikten sonra hakkında bir şeyler yapılmamasına çok şaşırdım. Öte yandan müziği kolay bir müzik değildi ve bunu yapsa yapsa o müziği dinleyen, seven, anlayan veya anlamaya çalışan birileri yapabilirdi. Ben de biraz müzik filmleri yapmaya başladığım dönemde bu proje biraz zorlu ama son derece çekici bir fikir olarak karşımda belirdi. Büyük ve pahalı bir proje olması hızlı adım atmamı engelledi ama neyse ki Güngör Hanım beni cesaretlendirdi.
- Mimaroğlu belgeselini yapma kararını nasıl aldınız ve yapım süreci nasıl gerçekleşti?
2015 yılında Güngör Mimaroğlu henüz New York’ta yaşarken onunla bir telefon konuşması yaptık. Belki de bu telefonda projenin kaderi belirlenmiş oldu. 2016 yılında ailevi durumlar nedeniyle pek ilgilenemedim. 2017 başında fikrimi yönetmen Levent Çetin’e açtım. O da yapımcı Dilek Aydın’la tanışmamı tavsiye etti. Böylece ben, Dilek, Erdem Helvacıoğlu, Esin Uslu, Elif Dizdaroğlu, Erkal Taşkın, yani altı kişi yola çıktık. Biraz pahalı bir projeydi, yurt dışı gezileri ve dijitalizasyon işlemleri nedeniyle, bu açıdan fonlar ve desteklerle hayata geçebildi. 2020 başında sona erdi. Hatta pandemi başladığında sona ermişti diyebilirim.
- Görüntülerin konuştuğu bir belgesel ile karşı karşıyayız. Bu karşı karşıya olma durumu farklı bir seyir hali ortaya çıkarıyor ve belgesel ile kurulan bağı daha da derinleştiriyor. Seçtiğiniz bu tarz en başından beri belli miydi yoksa sonrasında mı şekillendi?
Sinema yazarlığından gelince, klasik olmayan, klişelerin dışında bir iş yapma arzunuz oluyor. Bu belki de sinema sanatına bir borcumuz. Bir yandan da İlhan Bey’in ruhunu, müziğinin görsel karşılığını yakalamak gibi bir düşüncem vardı, belgecilik yapmak değil sinema yapmak istiyordum. O nedenle röportajları göstermemeye karar verdim. Üç hikaye anlatmaya ve üçünü de görsel işitsel bir şekilde kurmaya karar verdim. Tabii bunu biraz İlhan Bey’in arşivine borçluyuz. Bu boyutta bir arşiv olmasaydı filmi tamamen şehir görüntüleri ile kuracaktım.
- İlhan Mimaroğlu ile belgesel sayesinde tanışan biri olarak, belgeselde benim için Güngör Hanım ve İlhan Bey arasındaki aşkın anlatıldığı kısımlar daha dikkat çekici oldu. Güngör Hanım’ın belgesele dair katkısı ve yorumları nelerdir?
İlhan Mimaroğlu belgeseli yapmak için yola çıktık ama Güngör Hanım’la yüz yüze tanışınca, onu tanıyınca, hikayelerini dinleyince proje değişti ve çiftin hikayesini anlatmaya karar verdim. Elli yıldan uzun süren bir evlilik, iki zıt karakter. Şimdilerde ise derin bir özlem. Onun belgesele katkısı çok oldu. Bir kere en başta benim yaratıcı özgürlüğüme saygı duydu. Bu yaşam deneyimine dair farklı bakış açılarının filmde olmasını önemsedi. Ben onun sesi eşliğinde bakmak ve gezmek için eski görüntüleri onunla beraber izledim. Hem hüzünlendi, özlemi arttı hem de izlemeye devam etti. Şimdilerde görüşemesek de konuşuyoruz, filme dair yorumları paylaşıyoruz. MUBİ ile geniş kitlelerce izlenmesinden çok mutlu.
- “Mahsun adam ve gülen kadın” nitelendirmesi geçiyor belgeselde. Sizin için onların aşklarının tanımı nedir?
Kökleri sağlam bir aşk bence. Güngör Hanım zor bir evlilikten çıkmış ve biraz evlilikten uzaklaşmış. İlhan Bey ise evlerinde bir oda kiraladığı genç kadına çok aşık. Beraber 60 yılında New York’ta bir hayata başlıyorlar. Çok heyecanlı, yeniliklere açık zamanlar. Bu şehir onları dağıtmamış, başta birbirlerine sonra New York’a Türkiye’den gelenlere, özellikle 80 darbesinde kaçanlara çok destek olmuşlar. Onlarınki bir destek olma, yaratıcı ortaklık, beraber hayaller kurma hikayesi. Bir yandan bu aşkı bir yandan geride kalan çocuğu göstererek izleyicinin bunlar üzerine kafa yormasını istedim. Bir filmin cevaplar dayatmadan sorular sormasını, tartışma başlatmasını seviyorum. Çok zıt karakterlerdi. İlhan Bey işini, görevlerini insan ilişkilerinden daha önemli gören, geceleri yaşayan, gündüzleri uyuyan bir insan. Belgeseli yazarken onu anlamak için tek başına geçirdiği bir gecesini hayali bir şekilde kurmuştum. Yazdığı yazıya, izlediği filme kadar. Hikayeler anlamak için önemli araçlar. Güngör Hanım ise son derece insancıl bir kadın. Bu farklılıklara duyulan inanılmaz saygı ile gücünü bulan bir aşk. O müthiş saygı olmasa bağlılık zayıflardı diye düşünüyorum.
- Belgeselde İlhan Bey hayatını oluşturan seçimlerini intihar olarak yorumluyor. Sizce onun besteci kimliğini oluşturan ögeleri intihar olarak adlandırmasının arka planında ne yatıyor?
Şüphesiz 60’lar ve 70’lerin bir bölümünde serüvenci bir besteci olmak intihar değildi. Politik, elektronik, çağdaş müzikler yapmak kıymetliydi. Ama özellikle seksenlerden sonra, ülkenin neoliberal iklimi müzik sektörünü de altüst etti. Satan müzikler seçildi, keşfedildi raflarda öne çıktı. İlerici bestecilerin müziği meraklısının ulaştığı arka raflara kaldı, yeraltına itildi. Ancak satış potansiyeli olunca öne çıkarıldı. Bence sadece Amerika’ya özgü değil, Türkiye’de de yetmişlerde yapılan pop müzik bile çok güzel örneklerle dolu. İşte bu yeni kapitalist dünyada İlhan bey hâlâ inatla ve sabırla yenilikçi işler yapmayı intihar olarak kabul ediyordu. İşin bir de şu yanı var, dünya çağdaş bestecilerle değil, eski bestecilerle ilgileniyordu. O sevdiği, inandığı müziğin marjinalleşmesini, sınırlı bir gruba hitap etmesini asla istemedi. O halkın daha iyi, kaliteli müziğe yönelmesini istiyordu. Amerika’da büyük konser salonlarında avangard besteciler çalsın istiyordu. Ütopya mı? O başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanılan çağlarda yaşadı.
- Türkiye’de belgesel çekmenin zorlukları ve sorunları nelerdir? Belgesel çekmek isteyen gençlere ne tavsiye edersiniz?
Türkiye’de film yapmak çok zor. Fonlar, destekler çok sınırlı. Ama belgesel üzerine daha çok kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. Telif olaylarını iyi araştırdıktan sonra buluntu görüntülerle (arşivler, youtube vs) çalışmak, kısıtlı imkanlara göre organize olmak gibi seçenekler var. Konuşan kafa çekmek, bir stüdyo ortamı hazırlamayı gerektiriyor. Röportajları ve diğer ses kaynaklarını daha kolay ulaşılan görüntülerle birleştirmek bir yol olabilir. Belgesel aslında çok yaratıcı bir alan, her türlü görsel işitsel kaynağı kullanabilirsiniz. Gerçeklerden yola çıkmak ve bir anlam yaratmak yeterli.
- Son olarak yeni projeleriniz var mıdır?
Yönetmen Levent Çetin’le Antalya Film Forum’da dizi/kısa dizi platform ödülünü kazanan Berlinist projesini yazdık, şimdi bir teaser çekiyoruz. Amacımız 2021 yazında bir platformla birlikte hayata geçirmek. Kadıköy bağımsız müzik sahnesinden genç bir kadının hikayesi. Hayata her türlü zorluğa rağmen müzikle tutunanların hikayesi. Bir de destek aradığım bir Ece Ayhan projem var. Mimaroğlu gibi yenilikçi bir belgesel, görsel sözlük gibi hazırlıyorum. Sivil kavramlar eşliğinde farklı bir sanatçı portresi, memleketin ötekiler tarihi.