Sinema her ne kadar bütün sanat dallarıyla güçlü ilişkilere sahip olsa da bunların en güçlüsü şüphesiz ki edebiyattır. Edebiyatta yazarın kalemiyle dile döktüğü şeyleri, sinemada rejisör kamerasıyla gösterir. Buna rağmen bazen bu iki sanat dalı arasında bir geçiş yaşanır. Bazı kitaplar filme uyarlanırken, bazı filmler kitap olarak yayımlanırlar.
İşte bu listemizde sizlerle beraber kalemle kağıda dökülmelerine rağmen daha sonra beyazperdeye başarıyla aktarılan bazı filmlere göz atacağız. Elbette bu listede amacımız hangisinin daha iyi olduğunu kıyaslamaktan ziyade aynı eserin farklı sanat formlarındaki örneklerini sizlere sunmaktır.
Şimdiden iyi seyirler – ve belki de iyi okumalar- dileriz!
- Gone Girl (Kayıp Kız) 2014 – David Fincher
Konu : Kayıp Kız, karısının aniden ortadan kaybolmasından sorumlu tutulan bir adamın hikayesini anlatıyor. Amerika’nın Missouri eyaletlerinden birinde sıcak bir yaz sabahı, Nick ve Amy evliliklerinin beşinci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanmaktadır. Fakat o gün Amy aniden ortadan kaybolur. Amy’den uzun süre haber alınamayınca polis, genç kadının ortadan kaybolması ile ilgili Nick’ten şüphelenmeye başlar. Olanlara bir türlü anlam veremeyen Nick’in ise Amy’nin nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktur. Genç adam bu sırada kendisini Amy’nin ailesinin düzenlediği bir yardım operasyonunun içinde piyon olarak bulur. Nick, masum olduğu konusunda ısrar etse de üstündeki şüpheleri tamamen yok edemez. Amy’nin hayatta olup olmadığı ise büyük bir muammadır…
Not : Kitabın yazarının aynı zamanda filmin senaristi de olması ve David Fincher’ın muhteşem rejisiyle her izlediğinizde başınızı döndürecek olan filmi kesinlikle kaçırmayın!
- Me and Earl and the Dying Girl (Ben, Earl ve Ölen Kız) 2015 – Alfonso Gomez-Rejon
Konu : 17 yaşındaki Greg Gaines’ın sosyalleşmeyle ilgili sorunları vardır, lise hayatını mümkün olduğunca görünmez bir tip olarak geçirmeyi planlamaktadır. Ancak annesinin hiç de bu durumu kabullenmeye niyeti yoktur. Annesi Greg’in yakın zamanda kanser teşhisi konulan sınıf arkadaşı Rachel ile arkadaşlık kurmasını istemektedir. Greg annesinin bu teklifini isteksizce kabul etmek zorunda kalır ve böylece iki genç arasında hayal bile edemeyecekleri bir dostluk başlar.
Not: Yönetmenin henüz ikinci filmi olmasına rağmen büyük bir ustalıkla uyarladığı film, ne zaman izlersem izleyeyim benim için hala kahkaha ve gözyaşlarıyla dolu bir hız treni niteliğinde.
3. Perks of Being a Wallflower (Saksı Olmanın Faydaları) 2012 – Stephen Chbosky
Konu:Charlie, arkadaşları tarafından daima küçümsenen ve görmezden gelinen, kendi dünyasındaki kişisel sorunlarıyla boğuşmakta olan sorunlu bir gençtir. Gerek sınıf gerekse okul arkadaşlarının acımasızca alay ettiği Charlie, en yakın arkadaşının intihara teşebbüs etmesiyle iyice dibe batar. Aynı sene liseye başlar. Bu yeni okulda tanıştığı iki kardeş, Sam ve Patrick’in kendisini arkadaş olarak kabul etmeleri başlarda imkansız gibi görünse de kısa zaman içerisinde yakın arkadaş olurlar. İki kardeş, son derece çekingen bir genç olan Charlie’yi uyandırıp ona hayattan zevk almayı öğretmeye başlarlar. Charlie, her daim bir kenarda beklemekte olan çocukluk travmasıyla baş etmeye çalışacak; Sam ve Patrick aracılığıyla gerçek dünyayı tanımaya başlayacaktır.
Not :Stephen Chbosky’nin kendi kitabını beyazperdeye uyarlamasından dolayı gönül rahatlığıyla listeye koyabildiğimiz film, birbirinden başarılı ve kariyerlerinin en iyi performanslarını gösteren oyuncu kadrosuyla, liseli baş karakterimizin yaşadığı bize yakın ve gerçekçi durumlarıyla alışılagelmiş gençlik filmlerinden kolayca sıyrılıyor ve listemizin üçüncü sırasında kendisine yer buluyor. Özellikle Çavdar Tarlasındaki Asi kitabını sevenlerin kaçırmaması gereken bir film.
4.The Man Who Fell to Earth (Dünyaya Düşen Adam) 1976 – Nicolas Roeg
Konu: Gerçekte bir uzaylı, dünyaya gelirken hedeflerini yerine getirmek üzere insana benzer bir kılığa girmiştir. Thomas Jerome Newton, her şeyden önce burada işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak zorundadır. İlk başta ufak keşifler yaparak avukatı Oliver’ın da yardımıyla patentler alır. Kazandığı parayı iyi değerlendirerek kısa sürede çok zengin bir adama dönüşür.
Siyasi ve maddi gücü hatırı sayılır seviyeye geldiğinde Newton bu gezegene gelme amacını unutmuş gibi davranmaya ve işi ağırdan almaya başlar. Artık bir sevgilisi de vardır. Elde ettiği gücü kazanma sebebi sanki görevini yerine getirecek şartları yaratmak değilmiş gibi dünyevi zevklere kapılır. Elbette bu ağırdan almanın bir bedeli olacaktır. Devletin içinden bir takım güçler, bu uzaylının geçmişi ve gerçeğini kurcalamaya başlayacaktır şüphesiz.
Not : Son zamanlarda ortalığı kasıp kavuran Netflix dizisi Queen’s Gambit’in yazarı Walter Tevis’in kült romanı Dünyaya Düşen Adam’ının, sinema tarihinin en deli yönetmenlerinden Nicolas Roeg’a teslim ettiği film ve Roeg’un başrolü tüm zamanların en ikonik isimlerinden David Bowie’ye teslim etmesi sonucu ortaya çıkan bu film, üzerinden kaç yıl geçerse geçsin etkisini asla yitirmeyecek olan bir ustalık eseri.
5.Batoru Rowaiaru (Ölüm Oyunu) 2000 – Kinji Fukasaku
Konu: Günümüzden uzak bir gelecekte, Japon hükumeti çığırından çıkmakta olan Japon gençlerine gözdağı vermek ve şiddet olaylarını azaltmak için çılgın bir plan yapar. Her yanından işsizlik, karamsarlık ve şiddet akan bu ülke gençliği bu plan sonrasında dersini alacak, her şey düzelecektir. Plana göre şiddete meyilli Japon gençliğinden 42 öğrenci zorla bir adaya gönderilir. Bu adada hayatta kalabilmek için gençler birbirini öldürmek zorundadır.
Not: Japon Sineması’nın en sevdiğim yönetmeni olan Kinji Fukasaku’nun, Japon Sineması’nın en eksantrik adamı Takeshi Kitano ile olan bu işbirliği, komedi ile gerilimi o kadar başarılı harmanlıyor ki, her sinema severin kesinlikle göz atması gereken bir eser. Diğer taraftan Battle Royale dediğimiz bir türü ortaya çıkartan; Hunger Games serisi ve PUBG gibi oyunların atası sayılan bir film.
6.Oldeuboi ( İhtiyar Delikanlı) 2003 (Chan-wook Park)
Konu: İhtiyar Delikanlı, yıllarca hapis tutulan bir adamın serbest bırakılmasının ardından intikam arayışını konu ediyor. Oh Dae-Soo adında bir adam, bir gün kaçırılır ve 15 yıl boyunca eski püskü bir hücrede tutuklu kalır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Sonra bir gün serbest bırakılır. Eline, para, cep telefonu ve pahalı kıyafetler verilir. Bu adam başına gelen bu durumun nasıl ve neden olduğunu anlamak ve gereken intikamı almak konusunda kararlıdır. Bu sırada Oh Dear-Soo aslında kendisini kaçıranların daha da büyük bir planının olduğunu keşfeder. Ancak bu planın özü acı dolu bir yoldan geçmektedir. Gerçeği bulmak ise bu yolun ta kendisidir.
Not: Bu öneri sanırım en kişisel önerilerden olacak. İhtiyar Delikanlı filmi sadece Güney Kore Sineması için değil, benim için de en önemli filmlerdendir. Chan-wook Park’ın tıpkı bir orkestra şefi gibi yönettiği film; senaryosuyla, açılarıyla, renkleriyle, kurgusuyla, oyunculukları ve unutulmaz film müzikleriyle onca seneden sonra halen izlediğim en iyi filmlerdendir.
7.The Disaster Artist (Felaket Sanatçı) 2017 – James Franco
Konu : Tüm zamanların en kötü filmlerinden biri sayılan ve kötülüğünün güzelliğiyle külte dönüşen The Room’un kamera arkasının anlatıldığı “The Greatest Bad Movie Ever Made” kitaptan uyarlanan filmde Hollywood’taki yapımcılara kafa tutarak kendi filmini yapmaya girişen sinema sevdalısı Tommy Wiseau’nun trajikomik hikâyesini anlatılıyor
Not: Tommy Wiseau kesinlikle tanımanız ve yaşamına şahit olmanız gereken birisi, halen deli mi yoksa dahi mi olduğu anlaşılamasa da bu film bu süreci görmenize yardımcı olabilir. James Franco’nun hem yönetmen koltuğunda hem de kardeşi Dave Franco ile kamera önünde kariyerinin en iyi performanslarından birisini sergilediği filmi kesinlikle görmelisiniz.
8.Voyna i mir (Savaş ve Barış) 1966-1967 Sergei Bondarchuk
Konu : Rusya’nın Fransa tarafından istilası döneminde yaşanmış olayları ve Napoleon döneminin Rusya’da Çar toplumuna etkisini, bu etkinin doğurduğu sonuçları beş asil aileden örnekler vererek tarif etmektedir.
Not: Üzerinden 50 küsür yıl geçmesine rağmen halen sinema tarihinin en görkemli filmlerinden birisi olan bu 7 saatlik destan, Tolstoy’un ustalıkla yazdığı karakterler ve Sergei Bondarchuk’un muhteşem vizyonunun şahane bir birleşimi, seyirciye bir filmden öte bir deneyim yaşatıyor. Sinema tarihindeki en etkilendiğim savaş sahnelerine sahip olduğunun altını da çizmem gerek!
9.Trainspotting / 1996 (Danny Boyle)
Konu: Trainspotting, 20’li yaşlardaki Mark Renton ve arkadaş grubunun uyuşturu müptelalığını konu ediyor. Renton hayatta uyuşturucu dışında hiçbir amacı olmayan bir gençtir. Arkadaş grubu da Renton’dan farklı değildir. Tek amaçları daha fazla uyuşturucu almak, partilere katılmak ve gittikleri yerlerde sorun yaratmaktır. Renton her bağımlı gibi uyuşturcuyu bırakmaya defalarca denese de başaramamıştır ve bir gün tekrar bırakmayı dener. Ancak başarılı olamayan adam aksine, bir altın vuruş deneyimiyle de karşı karşıya kalmıştır. Hastaneye kaldırılan Renton, artık daha başka biri olma yolundadır.
Not: Kitabıyla karşılaştırıldığında aralarında dağlar olan bu iki eser, Danny Boyle’un şahane rejisi ile aynı zamanda bir sinema dersi niteliğinde.
10. Submarine (Denizaltı) 2010 – Richard Ayoade
Konu : 15 yaşında bir ergen olan Oliver Tate ailesi ile birlikte bir sahil kasabasında yaşamaktadır. O da diğer tüm ergenler gibi, kendi yaşının getirdiği sancıları çekmektedir. Cinsel uyanışına eşlik eden sıkıntılara bir de anne ve babasının evliliklerindeki çatlaklar ilave olur. Doğumgünü yaklaşan Oliver, bir taraftan anne ve babasının ayrılmaması için uğraşacak, diğer yandan sınıf arkadaşı Jordana’yı kazanmaya çalışacaktır.
Not : It Crowd’dan tanıdığımız Richard Ayoade’un ilk yönetmenlik denemesi Submarine, özellikle kış mevsiminde, sizi lise yıllarınıza götürecek bir nostalji yolculuğu, özellikle Alex Turner’ın muhteşem besteleriyle bu filmin kalbinize dokunacağından hiç şüphem yok.