Yenilikçi Bir Kürt Westerni

33. İstanbul Film Festivali’nde gösterilmesine karşın ülkemizde vizyona girmeyen Tatlı Biber Diyarım (My Sweet Pepper Land) Kürt westerni olma iddiasıyla yola çıkmış, yenilikçi olmaya çalışan bir film.

Ülkemizde Votka Limon (Vodka Lemon, 2003) filmiyle tanınan Kürt yönetmen Hiner Saleem’in son filmi Tatlı Biber Diyarım (My Sweet Pepper Land, 2013) bir Kürt Westerni olma iddiasıyla yola çıkan bir yapım olarak, Kürt sinemasının konu ve biçim geleneğinin dışına çıkabilen cesur bir film. Saddam Hüseyin sonrası ülkedeki siyasi karışıklık ve yeniden yapılanma sürecini mizahi ve ironik bir dille ele almaya çalışan film, Baran karakterinin İran-Türkiye sınırındaki bir karakola komiser olarak atanması sonrası gelişen olaylara kamerasını doğrultuyor.

Öncelikle filmi izleyici gözünde ayrıcalıklı kılacak faktör olan western mitiyle kurduğu ilişkiye göz atmakta fayda var. En nihayetinde iddialı bir tezle kendini ortaya koyan (pazarlayan) filmin böylesi merak uyandıran bir iddianın altını ne denli doldurabildiği meselesi filmin de yetkinliğinin sırtını dayadığı husus oluyor. Filmin girişindeki idam sahnesi aslında filmin geneli hakkında hüküm verebilmek adına önemli veriler sunuyor seyirciye. İlk bakışta seyirciye amatör ve itici gelebilecek mekân tasarımlarının, karikatür tiplerin ve durum komikliklerinin, yönetmenin siyasi anlamda alaycı bakış açısının dış hatları biraz kabaca çizilmiş sunum tarzı olduğu kavranabiliyor. Westernin ana hatlarını oluşturan yeni bir ulus inşası, yerli-yabancı çatışması, düzenin bozukluğu ve asayişi sağlama çabaları gibi başlıklar, Tatlı Biber Diyarım’da dramatik yapının ana hatlarını oluşturuyor. Bu yapıyı kurarken de westernin ruhunda rahatlıkla görebileceğimiz kendini çok ciddiye almama ve en ciddi durumlarda dahi alttan alta hissedilebilecek ironinin ve rahatlığın filmin genel dokusuna sindiğini görebiliyoruz. Kostüm tercihlerinden (şapka, yan cepte silah, çizmeler) kullanılan müziklere, uçsuz bucaksızlık hissi verecek tekinsiz ve düzen kurulma ihtiyacı baş gösteren köye, karakterlerinin birbirlerine hitap şekillerinden yasa uygulayıcı-yasaya uymaya direnen çatışmasına değin türün değişmez unsurları filmde yönetmenin bakış açısına ve filmin mekân edindiği yöreye uyarlanmış bir şekilde sinemalaştırılıyor. Filmin bütününe hakim olan tekinsizliğin ve kara mizahın ilginç çarpışması da filmi kimi anlarında özgünleştirirken kimi anlarda da filme olumsuz yansıyan absürt zorlamalara yol açabiliyor. Yönetmenin mizahı ve siyasi taşlamayı kimi anlarda kaba güldürü unsurlarına yaslaması westernin kendine has ince mizahının aksine izleyiciyi yabancılaştırmasına ve siyasi taşlamayı yeterli sertlikte yapamamasına neden oluyor.

Daha önce bahsettiğimiz idam sahnesinin geçtiği mekân başta olmak üzere filmdeki diğer mekânların tasarımlarında göze çarpan derme çatmalığın sağladığı sadelik hatta düzensizlik farklı yorumlamalara olanak sağlayabilir. Mekan, düzenlenmesindeki iğretilik ve içerisinde geçen absürt olaylarla farklı bir anlam kazandığından, yönetmenin siyasi anlamdaki taşlamasında diktatörlüğe, yasaların karşısında konuşlanan düzen bozuculara karşı takındığı alaycı bakışın bir yansıması olabiliyor. Bu naif bakışın antitezi olarak da kimi anlarda özensizliğin ağırlığını hissettirdiği amatör çevre düzenlemelerinin ve kaba hatlarıyla çizilmiş, klişe ve fazlasıyla şablon tipleriyle beraber ironiden çok kiçe kayabilen sahnelemeler de karşımıza çıkabiliyor.

filmarası-my-sweet-pepper-land-2
Filmdeki aşk hikâyesi ise bahsettiğimiz düzen meselesiyle beraber işlenmek suretiyle hikâyede yer alıyor. Ailesinin tüm Doğu kökenli baskılarına karşı öğretmenlik yapmaya ve istemediği kişiyle evlenmemeye kararlı Govend’in rahatlıkla Baran ile beraber köydeki düzenden ve gelişmişlikten yana tarafı temsil ettiği söylenebilir. Zaten ikisini birbirine yaklaştıran etkenlerden biri de toplum tarafından dışlanmanın verdiği kenetlenme oluyor. Fakat bu etken haricinde aralarındaki aşkın doğmasında etkili olan somut nedenlerin çok belirsiz kalması, filmin ağırlık vermek istediği yön konusunda kararsız kalışı hikâyenin aşk hususunda elini zayıflatıyor. Yönetmenin ağırlığını Govend ve Baran’ın ilişkisinden çok Baran ve ağanın çatışması üzerine yoğunlaştırması aşkın yeterince işlenememesine neden oluyor. Buna karşın Govend’i ağanın ve onun etkisindeki halk tarafından istenmeyen kadın konumuna yerleştirerek Baran ve ağa arasındaki çatışmanın daha da yoğunlaşmasını sağlayarak filmin westerne yaklaşmasını sağladığı söylenebilir. Govend’in ağabeylerinin maalesef filmin diğer yan karakterleri gibi çokça kaba hatlarla hatta karton sığlığında oluşturulması filmin söylemek istediklerinin özgünlüğünü zayıflatan ayrıntılar. Hatta bazı anlarda ağabeylerin aralarındaki görüş ayrılıkları ve komik hallerinin Daltonları hatırlattığı bile söylenebilir. Yönetmenin bu konuda da ironik bir bakış tutturduğunu düşünmek olası fakat yeterince güçlü çizilmeyen tipler üzerinden yapılmaya çalışılan mizah da ancak karikatürün bir adım ötesinde bir etki yaratabiliyor.
Ayrıca erkek yoğun bir tür olarak tanımlanabilecek western mitini bazı noktalarda değişime uğratarak kadının güçlü olduğu ve erkek karşısında kararlı duruşuyla var olabildiği karakter yapılandırmaları görebiliyoruz filmde. Gerillalara insani bir bakışla yaklaşan yönetmen, kadın gerillaları güçlü ve haklarının peşinde olan kararlı kişiler olarak çiziyor. Zaten Govend ilk gördüğümüz andan itibaren aile büyüklerinin, ağabeylerinin ve köydeki mahalle baskısına karşı kişilikli ve hiç yılmayan duruşuyla Baran’ı etkilediği gibi, hem western türü hem de Kürt sineması içerisinde çok alışık olmadığımız tarzda güçlü bir kadın temsiliyle karşı karşıya getiriyor seyirciyi.

Hiner Saleem, Tatlı Biber Diyarım’da yenilikçi ve deneysel olmaya çalışmasına rağmen kara mizahla kaba güldürü arasında hafiften yalpalayarak başarılı film sınırlarını teğet geçiyor belki ama gelecek filmleri için de fazlasıyla ümit veriyor. Hem Kürt hem de Ortadoğu sinemasının saplanıp kaldıkları sinemasal kısırdöngüden kurtulabilmeleri için Saleem gibi yenilikçi isimlere ihtiyacı olduğu aşikâr.

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir