Oscar’ın Kurbanları – Oyunculuk Kategorileri

Oscar’ın son 30 yıllık serüveninde oyunculuk kategorilerinde hakkının yendiğini düşündüğüm adaylara göz atalım.

2013- Kazanan: Jennifer Lawrence – Silver Lining Playbook
Kurban: Emmanuelle Riva – Amour
filmarasi, jennifer lawrance

Oscar tarihine baktığımızda kimi yıllar bazı film ve oyunculukların gereğinden fazla abartıldıkları belki de işin doğası gereği görülmüştür fakat son yıllarda bu ‘abartılı övgülerin’ sayısında gözle görülür bir artış var. Hem Silver Lining Playbook’un hem de oyunculuklarının fazlasıyla övgülere mazhar olması yanında Jennifer Lawrence’ın üzerinde iğreti duran, “ben arızalı karakterim” sinyalleri her hareketine yapışmış oyunculuğunun Oscar’la taçlandırması inanılır gibi değil. Zaten sonrasında da American Hustle’da yakın bir karaktere buradakinden daha başarıyla can verse de, kariyerinin en önemli performansını verdiği Winter’s Bone’un yakınlarına dahi yaklaşamıyordu.
Peki, Haneke’nin Amour’unda ölçülü ve karakterini doğallıktan çıkartacak tüm ‘fazlalıklardan’ arındırmış oyunculuğuyla Emmanuelle Riva’nın hakkına ne olacak? Riva’nın ödül sezonunda evine bolca ödül götürmesi hakkının teslim edildiğine dair bir teselliydi en azından.

2010 – Kazanan: Sandra Bullock – The Blind Side
Kurban: Gabourey Sidibe – Precious
filmarasi, Sandra Bullock-The Blind Side

Sandra Bullock ve Oscar’ın aynı cümlede yer alabildiği tek olasılık bu cümlenin bir fıkra olması halinde gerçeğe dönüşebilir. Akademi’de tarihinin en büyük şakalarından birine imza atarak Bullock’a rüyalarına dahi girmesi mümkün olmayan ödülü bahşetti. Performansı kesinlikle kötü değildi, hem de Bullock standartlarına göre mucizeviydi ama ortada küçük bir sorun vardı: Rakibi olduğu diğer dört adayın en zayıf halkasıydı. Gerçekten tam bir düello havası taşıyan yarışmada burun farkıyla öne çıkan yılın sürpriz bağımsız filmi Precious’u alıp götüren Gabourey Sidibe oluyordu. Yarışmadaki bir diğer güzel sürpriz ise jenerasyonunun en iyi oyuncularından biri olarak gördüğüm Carey Mulligan’ın An Education’daki mükemmel performansıyla gümbür gümbür geldiğini müjdelemesiydi.

2009 – Kazanan: Penelope Cruz – Vicky Chrstina Barcelona
Kurban: Amy Adams – The Doubt
filmarasi, penelope cruz

2009 yılı Oscar ödülleri öncesi yardımcı kadın oyuncu kategorisinde çoğu kişi ağız birliği etmişçesine Penelope Cruz’un Woody Allen’ın Vicky Christina Barcelona filmindeki performansında birleşiyordu. Cruz’un delişmen ve tutkulu karakterinin uçları fazlasıyla serbest bırakılmış hallerinin Jennifer Lawrance’ın Silver Lining Playbook’taki performansıyla aynı kategoriye konulabileceğini düşünüyorum. Oscar’ın son yıllarda arızalı, erkeksi, abartılı kadın oyuncu çeşitlemelerini öne çıkarttığına şahit olmak, seçimlerin neredeyse belli formüllerin etrafında yoğunlaştığını gösterdiğinden üzücü.
Amy Adams’ın muhteşem bir drama olan The Doubt filminde karakterinin hem içsel hem de mesleki formasyonundan kaynaklı içinde bulunduğu uhrevi gelgitlerini olabilecek en doğal ve gerçekçi şekilde seyircinin yüreğine nakşeden oyunculuğunun tam bir gizli mücevher olduğunu düşünmekteyim. Ve doğal olarak ödülü anasının ak sütü gibi hak ettiği gibi, sinema tarihinin bu gizli hazineyi biraz göz ardı ettiğini de söylemek boynumun borcu.

2008 – Kazanan: Javier Bardem – No Country for Old Man
Kurban: Casey Affleck – The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford
filmarasi, javier bardem, no country for ald man

2008 senesi Oscar tarihinin en büyük düellolarından birine sahne olmuştu. There Will Be Blood ve No Country for Old Man birçok dalda birbirlerine rakip olurken, savaştan galip çıkan maalesef ki mdülleri daha az hak etmelerine karşın Coen Biraderler olmuştu. Yardımcı erkek oyuncu kategorisinde There Will Be Blood filminde enfes bir kompozisyon çizen Paul Dano’nun aday dahi olmaması çok büyük bir haksızlık olduğu gibi ödülün Javier Bardem’e gitmesi benim açımdan ikinci hatalı karardı. Javier Bardem’in kuşağının en yetenekli oyuncularından olduğuna, girdiği her role damgasını vurduğuna çoğu kişinin itirazı olmaz sanırım. Fakat, konu Oscar aldığı performansının tamamen tekdüze seyri, yarattığı gerilimin oyunculuğundan çok garip saç şeklinden kaynaklanması gibi faktörler ortaya biraz fazla abartılan bir beğeni tablosu çıkartıyordu. Bardem, perdede göründüğü her an seyircinin üzerine tam bir kabus gibi çöküyordu, kabul; lakin filmin başından sonuna değin bir milim sınırlarını terk etmeyen stabil oyunculuğun Oscar’la ödüllendirilmesinin de yanlış olduğunu düşünüyorum.
Casey Affleck’in gitgide yükselen kariyerinin zirvelerinden olan The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford’daki filmin hiçbir anında aklından geçenler kestirilemeyen, bin bir türlü duygu arasında gidip gelen oyunculuğu senenin Paul Dano’dan sonra öne çıkan ikinci yardımcı oyuncu performansıydı. Affleck bir bakıma Bardem’in perdede yarattığı kayıtsız kalınamayacak imajın ve No Country for Old Man’in Oscar’ları fetheden, önüne geleni silip süpüren dalgasının kurbanı oldu.

2005 – Kazanan: Morgan Freeman – Miilion Dollar Baby
Kurban: Clive Owen – Closer
filmarasi, morgan freeman, million dollar baby

Morgan Freeman’ı nasıl bilirsiniz? Evet, herkesin ilk aklına geldiği gibi, hatta başka bir olasılığın dahi olmayacağını fark etmemek mümkün değil. Peki, Freeman’ın Million Dollar Baby filmindeki karakterinin, can verdiği bir dolu diğer karakterlerinden ayrıldığı, kendini öne çıkardığı bir tarafı var mı? Üstad yine harika oynuyor ama hep aynı adama can veriyormuş hissiyatı yok mu, işte o biraz can sıkıcı. Bir de o ödül alırken o gece sahneye çıkamayacağını başından beri bilen Clive Owen’ın rahmetli Mike Nichols’un modern ilişkileri tam bir sosyolojik inceleme detaycılığında ve derinliğinde yorumladığı şaheseri Closer’daki performansına bakalım derim. Clive Owen yetenekli ve yükselişte olan bir oyuncuydu ama devleştiği, çok keskin bıçak bir karaktere can verdiği Closer’la beraber sınıf atladı. Owen’ın erkeğin en ilkel hallerini, etiketinin altına gizlediği uç noktalarını itici olduğu kadar güçlü şekilde sergileyen ama her halükarda doğal oyunculuğu belki Oscar’dan eli boş döndü ama Altın Küre ve Bafta’nın galibi oluyordu. En azından performansının kimilerince gözden kaçmaması sevindirici.

2004 – Kazanan: Sean Penn – Mystric River
Kurban: Ben Kingsley – House of Sand and Fog
Filmarasi-Mystic River-sean penn

Mystric River, yönetmenlik kariyerinde başyapıt düzeyinde filmler üretmiş Clint Eastwood’un en zayıf filmlerinden birisi olmasına karşın övmelere de doyulamayan bir filmdir. Aynı şekilde, Sean Penn kanımca sinema tarihinin en iyi 10 erkek oyuncusundan birisi olmasına karşın, bu filmdeki performansı sadece ‘iyi’dir. Yine gösterime girdiği sene çok üzerinde durulmayan ama özellikle ırkçılık ve insan hakları konusunda çok sert sözler sarf edebilen bir başka gizli hazine House of Sand and Fog’da insanlık ötesi gerçekliğe sahip inatçı, kararından bir adım geri atmayan bir karaktere ruh katan Ben Kingsley ödülü sonuna kadar hak ediyordu. Jennifer Connely ile karşılaştıkları her sahnede perdede devleşen, seyirciye ve karşısındakine aşılamaz bir duvar hissiyatı veren duruşuyla beraber usta oyuncunun kariyer performanslarından biri ortaya çıkıyordu.

2001- Kazanan: Julia Roberts – Erin Brockovich
Kurban: Ellen Burstyn – Requiem for a Dream
filmarası-erin-brockovich-julia-roberts

Julia Roberts’ın kariyer performansıdır Erin Brockovich, bu konuda herhalde çoğu sinemaseverle hemfikirizdir. Başka bir yıl olsa ödülü almasına itirazım olmazdı belki, ama karşısında sinema tarihinin en kült filmlerinden Requiem for a Dream filminde yine kültleşmiş Sara Goldfarb karakterini canlandırmanın ötesinde bizzat yaşayan, dönüşen, başka bir haline bürünen Ellen Burstyn olması hesapları biraz karıştırdı. Filmin yürekleri her geçen saniye biraz daha dağlayan yıkım sürecini bizzat hem fiziki hem de ruhsal olarak yaşayan Burstyn, sadece o yılın değil sinema tarihinin en unutulmaz oyunculuklarından birisine imza atıyordu. Özellikle son yıllarda fiziki değişimi kilo alıp verme veya fiziki olarak çirkinleşmekten ibaret sayan anlayışa karşı manifesto niteliğinde bir performanstı beyazperdedeki. Karakterinin ruhsal yitişini bir nakkaş inceliğinde adım adım işlerken, öte yandan da tuvaline acımaksızın sert fırça darbeleri indiren bir ressamın hoyratlığında kaybediyordu kontrolünü ve seyirciyi geri dönülemez yolda olduğu gerçeğiyle darmadağın ediyordu.

1997 – Frances McDormand – Fargo
Emily Watson – Breaking The Waves
Filmarasi-frances mcdormand-fargo

Muhteşem film, muhteşem senaryo, muhteşem oyunculuklar. Hepsi Coen’lerin Fargo’sunda sihirli bir dokunuşla birleşiyor. Frances Mc Dormand, hamile polis karakterini olabildiğince soğukkanlı bir şekilde canlandırırken, ortaya çizgisinden asla taviz vermeyen, erkeksi olmadan da bu rolün kotarılabileceğini gösteren bir tablo çıkartıyor. Sinema tarihi boyunca şartlar McDormand’ın ödülü kazanması için hiç bu kadar uygun olmayabilirdi ama adaylar arasında ufak tefek, sarışın, insanın içinde kaybolmak isteyebileceği mükemmel gözlere sahip bir kadın vardı: Emily Watson. Lars Von Trier’in sadece kendi filmografisinin değil sinema tarihinin de en önemli filmlerinden birisi olarak gördüğüm Breaking the Waves filminde Watson’ın biraz iddialı olacak ama kanımca sinema tarihinin ‘en iyi kadın oyuncu performansının’ karşısında hangi kuvvet durabilir ki? Popüler kültür klişelerini ödünç alarak söylersek ‘Frances McDormand iyidir, hoştur da Emily Watson candır can.’

1991 – Kazanan: Jeremy Irons – Reversal of Fortune
Kurban: Gérard Depardieu – Cyrano de Bergerac
filmarasi- Jeremy Irons - Reversal of Fortune1

Yoruma başlamadan itirafımı edeyim: Reversal of Fortune filmini izlemedim ve oradaki Jeremy Irons’ın performansı hakkında bir bilgim yok. O zaman bu noktada biraz hayal gücü devreye girecek. Cyrano de Bergerac filminde efsane aktör Gérard Depardieu’nun karakterin kahramanlık özelliklerine meydan okurcasına iri cüssesiyle ortaya koyduğu performansın üzerine nasıl çıkılabilir, benim hayal gücüm bu noktada tıkanıp kalıyor. Gérard Depardieu’nun gözü pek kahramanlıkla kabuğunu bir türlü kıramayan utangaçlık arasındaki derin uçurumda zerre falso vermeden salınan oyunculuk dersi defalarca izlenmeye değer. Ayrıca ses tonunu kullanma yeteneği özellikle gizlendiği yerden Roxanne’e serenat yaptığı yerlerde Fransızcanın neden bu kadar romantik bir dil olarak kabul edildiğini kanıtlarcasına şahlanıyordu ve seyirciyi bambaşka duygulara sürükleyebiliyordu.

1988 – Kazanan: Cher – Moonstruck
Kurbanlar: Cher’in dışındaki tüm adaylar
filmarasi, cher - moonstruck

Norman Jewison’ın romantik filmi Moonstruck filmi vizyona girdiği yıl çok büyük bir ilgiyle karşılanmış ve sevilmişti. Bu ilgide Cher’in popülerliğinin payını yadsımamak gerek. Film vasatı aşamamasına karşın film ve yönetmen dalında da aday olurken, orijinal senaryo ödülünü de beklenmedik biçimde kazanmıştır. Filmdeki Cher ise bildiğimiz Cher’dir!. Film bittikten sonra ne karakterinin ne de oyunculuğunun aklınızda yer etmediğini görmek bile ödülün yanlış adrese gittiğinin küçük bir kanıtı gibi. Cher dışındaki adayların performansları birbirine yakın olduğu gibi herhangi birisinin ödülü Cher’den daha fazla hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sinema her şeyim. Hayallerim, bir şekilde hangi alanı olursa olsun temas halinde olmak istediğim, hayatımın vazgeçilmezi..Woody Allen, Dardenne Kardeşler ve Reha Erdem'in sinema dünyalarından tarifsiz bir şekilde etkilenirken; sinema tarihinin en iyi filminin Yurttaş Kane olduğu üzerine düşüncem, seyrettiğim her filmle biraz daha pekişiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir