26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali birbirinden ilgi çekici filmlerle sürüyor. Program kapsamında gösterilen dört uzun metrajla ilgili görüşlerimi aşağıda bulabilirsiniz.
Başkalarının Çocukları / Other People’s Children / Les enfants des autres, yönetmeni Rebecca Zlotowski‘nin belki de en iyi filmi. Sadeliğinden güç alan yapım, kendi çocuğu olmayan, menopozun eşiğindeki bir kadının, etrafındaki çocuklarla ilişkisini irdeliyor. Erkek arkadaşının küçük kızı, öğretmenlik yaptığı sınıftaki haşarı genç ve kız kardeşinin yeni bebeği; bu çocuklardan üçü. Çocukların ona tepkileri, onun başkalarına ait bu çocuklarla kurduğu bağ ve çocukların ebeveynleriyle yaşadıkları; sadece Fransa’da yaşanabilecek ve sadece Fransız zihinlerden çıkabilecek bir ilişki yumağı oluşturuyor. Modern şehir insanlarının açık fikirli olmak için kendilerini sonuna kadar zorladıkları ikili problemler birer birer çözülse de “kan bağı”, “Batı toplumu” falan dinlemiyor. Çok basitmiş gibi görünen fakat inceliklerle dolu senaryo, özellikle başrol oyuncusu sayesinde etkileyici bir dram olarak perdeye yansıyor. Kaçırmayın.
Joanna Hogg’un yeni filmi Sonsuz Sır / The Eternal Daughter, yönetmenin ismi nedeniyle şüphesiz festivalin en çok merak edilenlerinden biriydi. Film yapımcısı bir kadının, yaşlı annesiyle birlikte ıssızlığın ortasında bir otelde geçirdiği günleri anlatan filmde iki başrolü de Tilda Swinton canlandırırken, eskiden ailelerine ait bir ev olduğunu öğrendiğimiz, otele dönüştürülmüş yapı da en az Swinton kadar ön planda. Sonsuz Sır / The Eternal Daughter, bir atmosfer filmi. Görüntü ve sesleriyle, korku türüne aitmiş gibi duruyor. Otelde yaşanan gariplikler, amatör görünen hantal kurgu, yaşlı Swinton’ın kötü ve tutarsız makyajı derken, diken üstüne seyrediyorsunuz. Ne var ki gidişat ağır, sırrı sona saklanmış olduğundan, filmin nihai notu finale göre veriliyor. İleri yaşlarına gelmiş iki kişilik ailelerin (anne-kız, anne-oğul vb.) mensubu olmanın ağırlığını anlatmış olmasını sonuna kadar diledim ama Joanna Hogg, sinema heveslisi biri olarak ilk gizem senaryonuzu yazsanız aklınıza ilk gelecek sonu layık görmüş kendisine. Üzdü.
Denizanasının Yüzü / El rostro de la medusa, Berlin’de ödüllendirilmiş özgün bir deneme. Konusu şöyle: “Bir gün Marina, kendisine yabancı bir yüzle uyanır. Hasta mıdır, farklı biri mi, daha mı güzeldir yoksa çirkin mi? Çevresindekiler bunu kendi mezheplerince karşılar, doktorlar şaşırır, yetkililer kimlik kartını bloke eder.” Bu çıkış noktası onlarca olasılığa kapı aralıyor ve yönetmen bir tanesini seçmek yerine, iki tanesinden aynı anda gidiyor: İlki kurmaca ve oyuncu performanslarının da etkisiyle çok iyi işliyor bu sahneler. İkincisiyse deneysele kayan görüntüler. Bir hayvanat bahçesindeki rastgele çekimler, yüzlerin simetrisini anlamaya çalışan ölçüm çizgileri, hayvanlarla insanları karşılaştıran birtakım denemeler derken; senaryolu sahneler sık sık bölünüyor ve açıkçası ben keşke tüm film kurmaca olsaydı dedim izlerken.
Dünyanın Kralları / Los reyes del mundo, yetenekli çocuk oyuncular bulmuş ve onları başarıyla yönetmiş bir yönetmenin, elindeki bu artıyla ne yapacağını bilemediğini üzülerek gördüğümüz bir iş. Çekim yaptığı mekanlara da âşık olduğunu saklayamayan ve filmini önce kâğıt üzerinde çözmesi gerektiği unutup sete çıkmış bir yönetmen gibi Laura Mora Ortega. Velhasıl; güzel ve hatta yer yer etkileyici görüntülere enerjileri perdeden taşan gençlerin doğal oyunculukları eşlik ediyor fakat film kocaman bir can sıkıntısı olarak kalıyor ve akmıyor.