2014 yılının yerli sinemada yüzler kulübüne giren serüvenine baktığımızda, popüler sinemamızın bir enkaza döndüğünü, sanat sinemamızda ise taşların yerli yerine oturmaya başladığı tespitini yapabiliriz.
Mavi Dalga ve Annemin Şarkısı filmlerini izlemediğim için, bunlar dışındaki filmler arasında yaptığım sıralama sonucunda ortaya çıkan en iyi 11 şu şekilde:
1-) KÖKSÜZ
Deniz Akçay Katıksız öyle bir ilk film çekti ki, kanımca şimdiden sinema tarihimizin en iyileri arasındaki yerini bileğinin hakkıyla aldı. Alt-orta sınıfta yer alan geleneksel aile yapısının çözülüşü, anne-kız çatışması, ailede/toplumda erk(ek) olma baskısı, hayaller, imkânsızlıklar, yalnızlıklar ve daha onlarca tema, duygu, üzerine modern ağıt niteliğinde bir haykırış, küçük bir insanlık külliyatı. Defalarca izlenmesi gereken, her izlenildiğinde hazine değerinde gizlerine ulaşılacak, sayfalarca akademik çalışmanın yapamayacağı etkiyi kısacık süresinde gerçekleştiren bir başyapıt; başyapıt sınırlarını da aşan bir toplumsal yüzleşme, içe dönüp bakma, sosyal yaraları onarmak için sert ama gerekli bir başlangıç örneği…
2-) KIŞ UYKUSU
Cannes fatihi, Nuri Bilge Ceylan’dan yeni bir Çehovyen insanlık destanı. Ceylan, yeterince ‘Beyaz Türk’leşememiş, adından müsemma Aydın karakteri üzerinden keskin mi keskin bir minyatür toplum eleştirisi yaptığı karanlık destanında, biçimsel olarak da kendini yenileyen, farklılaştıran bir sinema eserine imza atıyor. Başka bir yönetmenin elinde harika doğasına ait tablo değerindeki görüntülerin filmin yarısına hâkim olacağı Kapadokya’yı sadece ve sadece hikâyesine gösterişsiz bir arka fon olarak kullanması bile filmin değerini birkaç kat arttırıyor. Filmin zirve noktayı zorlayan oyunculuklarını hayranlıkla izleyeyim derken filmden kopma riskiniz var, uyarmadı demeyin.
3-) SİVAS
Yılın ikinci ilk film mucizesiydi Sivas. Yönetmen Kaan Müjdeci Anadolu’nun göbeğinde, doğanın kucağında Arslan adlı küçük bir erkek (!) çocuğu üzerinden toplumun erkeklik algısı- tanımlaması; toplumda erkeğin yeri, karakterini şekillendiren baskı unsurları gibi beylik konularda doğal olduğu kadar hayat gerçeğini tüm hücrelerinde hissettirdiği bir mini şahesere imza atıyor. Ayrıca Arslan’ın köpeği Sivas ile kurduğu ilişkiyi hayvan sevgisi, hayvanla dost olunması gibi temalar üzerinden değil de insan-doğa-hayvan üçgeninin doğasındaki sert gerçekçilik çerçevesinde ele alması karşımıza alışıldık kalıpların dışında bir Anadolu (İnsanlık) portesi getiriyor. Özellikle finalinde seyircinin hissettiği çaresizlik hissiyatının etkisinden uzun süre kurtulamama ihtimali var.
4- KUSURSUZLAR
Ramin Matin’in ikinci uzun metrajı Kusursuzlar’dan bahsederken konu Ingmar Bergman’a gelmezse o değerlendirme eksik kalacakmış hissiyatı oluşabilir, basında film hakkında çıkan yazılar gözden geçirildiğinde. Evet, Kusursuzlar da bir Bergman havasını koklamak mümkün, hele ki özellikle kız kardeşlerin aralarındaki gerilimin usul usul inşa edilme hamleleri, hesaplaşma anlarında ortalara dökülen geçmişin, içte saklanılanların acı gerçekliği düşünüldüğünde. Biraz iddialı olacak ama bazı sahnelerde Bergman’a kafa tutacak denli derin ve psikolojik çözümlemeleri gerilimle bütünleştirmiş olgunlukta bir sinema ortaya çıkartıyordu.
5-) BEN O DEĞİLİM
Fantastiğe meyleden hikâye ve romanlarıyla da tanınan sinemamızın en önemli auteur yönetmenlerinden Tayfun Pirselimoğlu, üçlemesinin ardından yine seyirciyi zorlayan bir filmle karşımızda. Farklı hayatlara merak salmak ve o hayatları deneyimlemek fikrinin peşi sıra giden ana karakteriyle beraber insan doğasının da bilinmezlerinin keşfine dair zengin okumalara açık bir yolculuğa çıkıyoruz. Özellikle finaliyle bu okumaya nerden başlayıp nerede bitireceğimiz (acaba bitirecek miyiz) konusunda yine seyirciyi şaşırtan Pirselimoğlu, bir kez daha sinemamızda çok önemli bir yer teşkil ettiğini kanıtlıyordu seyircilere. Ercan Kesal ise rolüne ne kadar uygun bir oyunculuk sergilese de kendini tekrar etmekten kurtulamayarak bir anlamda Şener Şen Sendromunun yeni üyesi oluyor.
6-) FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU
İlhami Algör’ün okuduktan sonra bir dönem neden kült olduğunu anlayamadığım filmle aynı adı taşıyan kısacık novellasından serbest bir uyarlama olan film neredeyse sıfırdan yol aldığı karakter ve hikâye yaratım sürecini oldukça başarıyla kotarıyor. Sinemamızın çokça eksikliğini hissettiği ‘kent’ filmlerinin en yetkinlerinden olan yapım, hayal-gerçek arasını çok dengeli yansıtan anlatımı, özdeşleşmenin zor olduğu, toplumsal kodları tersyüz edilmiş ana karakteri, erkeğin aklını başından alan Müzeyyen(ler)i, Bretchyen mizansenleri ve Adı Vasfiye’ye çaktığı selamlarla tekrar tekrar izlenilesi bir eser haline geliyor. Yönetmen Çiğdem Vitrinel ise Geriye Kalan adlı ilk filminden sonra rotasının kent hayatındaki kadın-erkek ilişkiler olduğunu belleklere kazımakla beraber, sonraki filmi için şimdiden yolları gözlememize sebep oluyor.
7-) İTİRAZIM VAR
İtirazım Var, bir Onur Ünlü filminin taşıyıp taşıyabileceği tüm özellikleri bünyesinde taşıyan, seyri boyunca katman katman açılan bir film. Yine toplumsal teamülleri tersyüz eden, yaptığı gerçekçi dokunuşlarla zenginleştiren Ünlü, oluşturduğu ultra donanımlı ve ‘açık görüşlü’ imam karakteri olan Selman Bulut’la sinemamıza en nevi şahsına münhasır karakterlerinden birisini armağan ediyor. Ülkenin aktüel gündemine ilişkin yaptığı cesur tespitleri/eleştirileri, doğru bir matematikle kurduğu hikâye örgüsü ve Sherlock Holmesvari araştırmacı detaycılığıyla her ne kadar başyapıtı Sen Aydınlatırsın Geceyi’nin arşı alaya taşıdığı seviyeye ulaşamasa da, çok değerli bir filme imza atıyor.
8) ŞARKI SÖYLEYEN KADINLAR
Reha Erdem arka arkaya çektiği filmlerden vizyonu öncelikli gören Jin ile övgüler topladığı kadar ilk kez almadığı kadar eleştiriyle de karşılaşıyordu. Fakat Şarkı Söyleyen Kadınlar vizyona girdiği andan itibaren film hakkında müspet yorum yapan eleştirmen sayısı bir elin parmakları kadar mıydı, emin değilim. Erdem’in klasik hikâye anlatımına çok pas vermediği kabul edilen bir durumken, bu filmle beraber bir anlamda Korkuyorum Anne’deki gibi çok karakter üzerinden bir hikâye anlatmaya soyunuyordu. Ayrıca simgesel anlatımının hem en yoğun olduğu hem de şifrelerini çözmenin hayli yorucu olduğu bir film vardı karşımızda. Üstüne üstlük yine herkesin eleştiri bombardımanına tuttuğu dış/üst ses kullanımı Erdem sineması için bir yenilik olmasıyla beraber böylesi kesif bir anlatımı biraz daha izah edilebilir bir düzleme taşıma açısından kanımca muazzam bir kullanımdı. Kimi oturmamış karakterlerine karşın, Erdem’in distopik evren tasviri ada tercihiyle birleşince fazlasıyla etkileyici ve düşündürücü bir toplama ulaşılıyor. Binnur Kaya’nın nedense hep es geçilen mükemmel oyunculuk gösterisi ise filmin kaotik ruhuyla adeta bütünleşiyor.
Evet, Reha Erdem sinemasının en iyilerinden değil ama bu haliyle bile yeterince kalburüstü bir film Şarkı Söyleyen Kadınlar.
9-) PANZEHİR
Alper Çağlar’ın sinemamız için çok önemli bir isim olduğunu düşünüyorum ve bu fikrime katılan çok az kişi bulabileceğimi de biliyorum. Çağlar, Panzehir filmiyle tam anlamıyla bir türler arası yolculuk yaşatıyor hem karakteri Kadir Korkut’a hem de seyirciye. Kadir Korkut deyip hemen geçmeyelim. Kendisi tam bir ölüm makinası, aynı zamanda aşkı için ölümü göze alabilecek kadar yürekli. Alper Çağlar, Japon mangalarından esinlenen bir görsel yapıyı sinema tarihine yaptığı sayısız referansla süslüyor. Kabul, olay örgüsünde düğümleri çok iyi bağlayamıyor, fakat adrenalinin hiç soluklanma fırsatı bulamadığı, tek geceye sıkıştırılmış hikâyesini gurur duyulası bir görsel işçilikle ve kült karakterler eşliğinde anlatabilmesi sinemamız adına büyük, Alper Çağlar için ise maalesef yine yarım başarı. Çünkü Çağlar’ın ufku çok açık sinema vizyonunda ‘senaryo’ büyük ve tedaviye muhtaç bir çapak..Ha unutmadan söyleyelim, Cüneyt Arkın’a tam üstüne oturmuş bir karakter çizerek muntazam bir performans alması dahi ayakta alkışlanabilir. Eski starlarımızın oynadığı rollerdeki hemen unutulası oyunculuklar düşünüldüğünde.
10-) DAİRE
Sanat sinemamızın iyiden iyiye mesken tutup ortaya çıkan niteliksiz eserlerle çöle dönüştürdüğü taşra ve sıkıntısı alanına taptaze bir nefes üflüyor Atıl İnanç, Daire filmiyle. Taşrayı sıkıntının kaynağı olarak değil zaten sıkıntıda, açmazda olan insanoğlunu misafir eden, belki sıkıntıya biraz destek veren yer olarak tanımlıyor. Üç farklı dünya, birbirine doğal şekilde oluşturulmuş bağlarla temas eden hikâyeler /dertler, hayaller, imkansızlıklar, tembellik ve dahası olabildiğince gerçekçi bir dokuda hayata karışıyor. Özellikle filmde mesken tutulan havaalanı kimi toplumsal dinamikleri inceden inceye eleştiren, insanlar ve makamlar arası hiyerarşinin çözüldüğünde bile ayakta kalmaya çalıştığını gösteren çok sağlam bir alegorik mekâna dönüşüyor..Sadece orada geçen mizahla dopdolu sahneler için bile izlenir.
11-) UNUTURSAM FISILDA
Çağan Irmak sinemasının üzerinden tekrar tekrar geçtiği temaları yarı bir başarıyla anlattığı filmdi Unutursam Fısılda. Geçmişle bugün arasında kurgusal geçişlerle kurulan bağlantılarda sağlanan başarıyı özellikle geçmişin fazlasıyla kitch, renkli bir yapıya büründürülmesiyle ve karton yan karakterleri nedeniyle geçmişin ele alınışına yansıtamıyor. Fakat iki kız kardeş arasında zıt karakter yapılandırması ve evi bekleyen/evden giden çatışması üzerinden bazı anlarında çok etkileyici bir duygusallığa erişebiliyor. Ve filmin en önemli kazancı, günümüzün en önemli genç kadın starı olduğunu seyirciyi ağzı açık, gözleri büyülenmiş, yürekleri yangın halde bırakarak kanıtlayan Farah Zeynep Abdullah oluyor.