Esenler Belediyesi’nin düzenlediği 2. Esenler Film Günleri Kısa Film Yarışması’nda 11 heyecan verici kısa film yarıştı. Yerli sinemamızın geleceği üzerine düşünme fırsatı veren filmlerin bana düşündürdükleri şu şekilde:
Nuri Cihan Özdoğan’ın Engin Yüksel’le yazıp tek başına kamera arkasına geçtiği Aynı Gecenin Laciverti / Same Night Different Blue, oldukça iddialı bir proje. İkinci Dünya Savaşı zamanında Adolf Hitler tarafından Türkiye’ye gönderilen mektubun pulunun peşine düşen bir grup kanunsuzu konu eden yapımın başrolünde Vildan Atasever yer alıyor. Başarılı bir ışıklandırma, görüntü yönetimi ve animasyon sahnelerle desteklediği filminde Özdoğan; kötü giden soygunu 15 dakika içinde Fincher, Noe, Tarantino ve Linklater’a öykünerek anlatmaya çalışıyor. Şahsen yönetmenin direkt gidip Hollywood’da çalışabilecek kadar teknik yeterliliğe sahip olduğunu ancak filmine özgün bir dokunuş katamadığını düşünüyorum.
Abdullah Şahin’in yazıp yönettiği Hemnefes / Lifeline: The Brothers Who Hold the Same Breath, define arayan iki kardeşin hikayesi. Teknik anlamda çok başarılı. Oyunculuk tarzı sinemadan çok televizyona yakın dursa da bu oyuncuların eksiği değil, yönetmen tercihi belli ki. Su altı çekimleriyle desteklenen bu küçük ama akılda kalıcı film, ülkemizde çekilen kısa metrajların yakaladığı teknik çıtayı görmek açısından da önemli.
Belkıs Bayrak’ın yazıp yönettiği Cemile, erkek egemen dövüş sporları dünyasında var olmaya çalışan başörtülü bir kadının hikayesi. Alanında başarılı olsa da duygularıyla boğuşup kırık bir kalp taşıyan başkarakterini izleyiciye hızla sevdiren Bayrak, kısacık sürede hikayesini de çok iyi geliştirmiş. Seçkinin, dramatik yapısı en güçlü filmi.
Önder Menken’in yazıp yönettiği animasyon Oyun / Game, dünya düzeninin masum çocukları nasıl da korkunç yetişkinlere dönüştürdüğünü anlatıyor. 4 dakikalık süresine rağmen akılda kalıcı anlar yakalayabilmiş.
Cemalettin Baş’ın yazıp yönettiği Düğün Fotoğrafı / Wedding Photo, imkansızlıklar içinde evlenmeye çalışan bir çiftin yaşadıklarını konu ediyor. Gelinliği beğenmese de sesini çıkarmayan genç kadın, kayınbabasının cimriliği yüzünden bir düğün fotoğrafı bile çektiremeyince hüzünleniyor. Ortada anlatmaya değer bir hikâye var mı, bilemedim.
Spinoza’dan bir alıntıyla açılan Emir Külal Haznevi imzalı Yüksek İrtifa ya da Şeylerin Tuhaflığı / High Altitude or Awkwardness of the Things, 1986 İstanbul’unda geçiyor. Tatile gelmiş Almancı gencin ablasının evinde eniştesiyle atıştığı bir sabah kahvaltısını tasvir eden film, mahalle dizisi estetiği taşıyor ve yaşamı değiştiren tesadüflerden biri, belki de en büyüğü üzerine sürprizli bir hikâye anlatıyor. Orijinal olmasa da vurucu sonu tüyler ürperten yapımın geri kalanı ortalama bir seyirlik.
Yeşim Tonbaz’ın yazıp yönettiği Münhasır, kızını kaybeden bir annenin yas melankolisi eşliğinde seyircinin duygularıyla oynayan bir iş.
Metro istasyonunda çalışan orta yaşlı bekar adamın güvenlik kamerasından izleyip hoşlandığı kadına şiir yüklü ilgisini konu eden Güzel Havalar / Beautiful Weather, iyi oynanmış bir kendini iyi hisset filmi. Yönetmen Okan Akgün.
Ünlü olsalar da kısa filmcilere desteklerini esirgemeyen Tülin Özen ve Nihal Yalçın’ın rol aldığı Yara / The Hurt, kadına şiddeti konu ediyor. Toplumun farklı sınıflarına mensup iki kadının bir cenazede karşı karşıya gelmesiyle açığa çıkan sır üzerine kurulu yapım, sırtını oyuncu performanslarına ve öznesinin vuruculuğuna dayayan ortalama bir iş. Yönetmen Onur Güler.
Soykırımdan kaçan savaş mağduru bir grup sivilin ormanda doğum yapmak zorunda kalan anneye yardım etmesi ve yaşadıkları zorluklar üzerine kurulu Bir Nehir Kıyısında, tam bir atmosfer filmi ve bir uzun metrajdan alınmış sahne tadında. Yönetmen Muhammed Furkan Daşbilek.
Not: Ömer Dişbudak’ın Burhan’ını izleyemedim.